Antalya deyince sizde de kontrol edilemez bir sempati duygusu uyanıyor mu? Hani hiç gitmemiş, ne bilelim bir kez bile görmemiş olsanız bile “ya görsem kesin severim oraları” duygusu aklınızı çelmiyor mu? Yazın 450 derece sıcağında bile adeta Burger King sloganı gibi ateş sizi çağırmıyor mu? Sıcak ikliminden midir, denizinden midir, yaz kış demeksizin “Antalya’nın tadını yine turistler çıkardı” haberleri sebebiyle “ulan bu sefer de tadını ben çıkarayım memleket benim değil mi kardeşim” düşüncesinin verdiği gazla mıdır bilmiyoruz, daha gitmeden bile bizde acayip bir Antalya sempatisi söz konusuydu. Bu durumun bize verdiği yetkiye dayanarak planladığımız Denizli/Pamukkale – Salda Gölü – Kaş rotamıza Antalya merkezini de ekleme kararı aldık, e bize kalırsa çok da iyi ettik.
Bir Antalya gezisi planlamak pek de kolay değil, çünkü maşallah Antalyacığımız yayılmış da yayılmış, bir yerinden bir yerine 3 saatte gidiyorsun falan. İşin kötüsü “aman o tarafına da gitmeyiverelim” diyebileceğiniz bir yer değil, her yerinden bir antik kent, bir doğa harikası, bir mağara, şelale falan fışkırıyor, tamam diyorsunuz biz bu gezide ayvanın büyüğünü yedik. Neticede biz de sınırlı zamanımız sebebiyle öyle görmeyi ümit ettiğimiz her yere uğrayamadık ama, 2 günlük bir Antalya gezisini olabilecek en iyi şekilde değerlendirdiğimize emin olabilirsiniz. Bu Antalya Gezi Rehberi yazımızı da zaten daha çok 48 saatte Antalya’daki zamanınızı en iyi nasıl değerlendirebileceğinize dair potansiyel bir plan olarak değerlendirebilir, ilgi alanlarınıza ve zamanınıza göre ekleme çıkarma yapabilirsiniz. Aksi takdirde Antalya’yı hakkını vererek gezmek için bayağı uzun bir zaman gerekir, bu da bir gerçek.
Aslında bu sorunun cevabı Antalya’ya ne gaye ile gittiğinizle doğrudan ilişkili. Eğer açık büfede kendinizi kaybedip tabaklara sığamayarak parmaklarınızın arasına yeşil soğan sıkıştırdığınız, havuz başında 7 farklı kokteyl söyleyip her dalıp çıkışınızda farklı birinden yudum aldığınız “UBER MEGA ULTRA HER ŞEY DAHİL” konseptli bir otel arıyorsanız o öneriyi verebilecek doğru kişiler biz değiliz. Yok henüz kontrolü o denli kaybedecek raddeye gelmediyseniz ve hala çizginizden çıkmıyorsanız ama yine de deniz odaklı bir geziye çıkıyorsanız sizi Kaş’a yönlendirebiliriz, onun için Kaş gezi rehberimize bakarsınız zaten. Bunun dışında eğer bir yere tatil cenneti denilecekse o unvanı en hak eden yer olan Antalya’da denize girilecek yerlerin Manavgat, Side, Belek, Kemer, Alanya, Olympos, Adrasan şeklinde uzayıp giden ve adama aklını kaçırtacak bir listesi mevcut, işin içinden çıkmak zor doğrusu. Bu kısmı henüz deneyimlemediğimiz için bir öneride bulunamıyoruz.
Canım madem bir şey önermeyecektin ne diye buraya Antalya’da nerede kalınır yazdın diyen sabırsızlar, beni Seda Sayanlaştırmayın, oraya da geldik. Yukarıda da belirttiğimiz gibi biz Antalya’da büyük ölçüde bir şehir gezisi yaptığımız, yani Antalya’yı turistik keşif amaçlı ziyaret ettiğimiz için şehrin “Old Town bölgesi” sayılabilecek Kaleiçi’nde kalmayı tercih ettik ve Neredekal.com üzerinden ayarladığımız Delight Deluxe Boutique Hotel’de kaldık. Otelimiz tam anlamıyla Kaleiçi’nin göbeğindeydi ve bölgeyi yürüyerek dolaşabilmemiz konusunda bize bayağı kolaylık sağladı, benzer bir gayeniz varsa tercih edebilirsiniz.
Yukarıda da söyledik, şimdi yukarıları atlayıp hop diye işine yarayan yeri okumaya gelen kalpsizler için bir daha söyleyelim, biz Antalya Gezi Rehberi yazımızı 48 saatte Antalya’dan en çok verimi alabileceğiniz şekilde oluşturmaya çalıştık. Aksi takdirde gerçekten keşfedilecek o kadar fazla yer var ki, çok uzun günler ayırmanız gerekir.
UZMANLAR ÖNERİYOR (uzmanlar derken biz yani çok şey yapmayın): Bu planı özellikle havanın çok sıcak olmadığı zamanlarda “ya şöyle 2 gün bir yerlere gitsek” gazına gelip hafta sonu keşfine çıkacak farklı bir yer aradığınızda uygulamanı şiddetle önerimizdir. Evinizde 2 gün poponuzu devirip yatacağınıza 1 şehir ile daha tanışmış olursunuz, fena mı?
*Antalya Kaleiçi
Aşağıda Kaleiçi’nde uğrayabileceğiniz birkaç noktayı daha spesifik olarak anlatacağız ama, bizce öncelikle şöyle bir genel olarak Kaleiçi’ni turlamanız, sokaklarını dolanmanız Antalya geziniz için olmazsa olmaz aktivitelerden. Gerçekten Kaleiçi’nin bu kadar güzel olduğunu oralara gidip de sokaklarında dolaşana kadar bilmiyor ve böyle bir görüntü beklemiyorduk. Tabii ki Kaleiçi’ni yalnızca “ay çok güzel ya portakal çiçekleri falan, şurda beni bi’ tek çek hadi” diye değerlendirmek doğru olmaz. Osmanlı, Roma, Bizans, Selçuklu gibi birçok farklı kültüre ev sahipliği yapmış, Antalya’nın mimari geçmişine dair izlenimler edinmenizi sağlayan bir bölgede dolaştığınızın farkındalığını yaşayarak gezmek emin olun bu geziyi daha etkileyici kılacaktık.
Kaleiçi’ni gezmeye nereden başlayacağınızı bilmiyorsanız sizin için küçük bir rota da çıkaralım. Hadrian Kapısı’nın olduğu taraftan giriş yapıp sokakları dolaşarak Hıdırlık Kulesi’nin orayı bitiş noktası şeklinde belirleyebilirsiniz. Dediğimiz gibi ara sokaklarda dolanmanızda fayda var, zira turistlere de yönelik olduğu için bu bölgeye ekstra özen gösterilmiş ve gerçekten çok güzel görüntüler veriyor. Bu sokaklarda dolanma sürecinde civarınızda Saat Kulesi, Yivli Minare, Suna & İnan Kıraç Kaleiçi Müzesi, Atatürk Evi gibi noktalar olduğunu da hatırlatalım, ilgi alanınıza göre bu noktalara da uğrayabilirsiniz. Bunun dışında Kaleiçi’nde ilginizi çekebilecek birkaç farklı noktayı aşağıda detaylandıralım.
*Bu civarda akşam vakit geçirebileceğiniz, içki içebileceğiniz yemek yiyebileceğiniz bir sürü mekan var. Denediğimiz birkaç tanesinden aşağıda bahsedeceğiz.
Kesik Minare bu fotoğraftan bile dikkatinizi çekti di mi?
*Kesik Minare Camii
Kaleiçi sokaklarında dolaşırken minaresinin görüntüsü sebebiyle çok yüksek ihtimalle dikkatinizi çekerek “abi bi’ şeyler eksik ama ben de tam şey yapamadım” duygusunu yaşatacak bir cami ile karşılaşacaksınız; Kesik Minare Camii. Bu caminin tarihi aslında oldukça gerilere dayanıyor. Antik bir tapınak halindeyken kiliseye çevriliyor ve Bizans döneminde “Panaghia Kilisesi” adı ile biliniyor. Sonra Selçuklu döneminde camiye çevriliyor. Ardından bölgedeki Selçuklu hakimiyeti sona erince tekrar kilise yapılıyor falan derken neticede II. Beyazıt’ın oğlu bu yapıyı tekrar camiye çeviriyor ve cami olarak da kalıyor. 1800’lü yılların ortasına kadar cami olarak kullanılmaya devam etse de yaşanan büyük bir yangın sebebiyle caminin minaresinin ahşap olan kısmı da yanıyor ve caminin minaresi bu hale geliyor. Yapı şu anda kullanılabilir ve ibadete açık bir halde değil, ancak hem kendisini hem de kesik görüntüsüyle mutlaka dikkatinizi çekecek minaresini görebilirsiniz. Biz bu minare neden bu halde diye çok merak etmiştik, sebebi bu-imiş.
*Hadrian Kapısı
Kaleiçi rotanıza başlamak için oldukça mantıklı bir nokta olan Hadrian Kapısı (halk arasında Üç Kapılar diye de geçiyor, çünkü bilin bakalım kaç kapıdan oluşuyor), Antalya’daki tarihi yapılar arasında en iyi şekilde korunmuş olan eserlerden biri olarak kabul ediliyor. Hadrian Kapısı bir Roma dönemi eseri ve adı sebebiyle inceden sezebileceğiniz üzere Roma imparatoru Hadrian adına yapılmış, bunun sebebi de kendisinin zamanında Antalya’yı ziyaret etmiş olmasıymış. Kendisi “Pamphylie” kentlerini dolaşırken “Attelia’ya (evet Antalya’nın eski adı) bu kapıdan giriş yapmış. Zaten kapının içinden geçip şehre karışırken “ya buraya basmak legal mi acaba” gibi bir hisse kapılıyorsunuz, bu şekilde tarihin bir parçası olmak insanı ilginç hissettiriyor doğrusu. Antalya’ya kadar gitmişken mutlaka görmek gerek!
*Karaalioğlu Parkı
Tartışmasız bir şekilde Antalya gezisi boyunca en çok kıskandığımız, en “BİZDE NİYE YOK” diye bağırtan yerlerden biri Karaalioğlu Parkı oldu. Hani yukarıda Kaleiçi keşfinize Hadrian Kapı’sından başlayıp Hıdırlık Kulesi’nin orada bir yerde sonlandırın demiştik ya. İşte tam Hıdırlık’ın oraya geldiğinizde ve deniz dağlar ile birleşince oluşan Rio’dan hallice görüntüsü ile adamı büyüleyen manzaraya ulaştığınızda hemen yanınızda Karaalioğlu Parkı kalacak. Abartısız bir şekilde Türkiye’de gördüğümüz en güzel parklardan biri olan ve resmen adamın yaşam kalitesini, ne bilelim ülkenin refah seviyesini falan yükselten bu parkı umuyoruz ki yeterince değerlendiriyorsunuzdur sevgili Antalyalılar.
-Manzaraya karşı koyamayacağınızı biliyoruz, ama önerimiz tek bir yerde sabitlenmeyerek biraz ilerleyip diğer seyir teraslarını da değerlendirmeniz, hepsi ayrı güzel görüntüler veriyor.
-Hani olur da aklınıza gelmezse diye bunu da ekleyelim, tabii ki burayı ziyaretinizi gün batımına denk getirirseniz her şey biraz daha fazla güzel olacak.
*Antalya Müzesi
Gerçekten Antalya Müzesi’ni gezdikten sonra sokaklarda şampiyonluk turuna çıkmak, elimizde bayraklarla Onuncu Yıl Marşı’nı söyleyerek dolaşmak, ne bilelim gecenin karanlığında şehrin duvarlarına “ANTALYA MÜZESİ………” falan yazmak istedik. Bu hissi en son Ankara gezisi sırasında Resim ve Heykel Müzesi’nde yaşamıştık, şimdi bir daha, daha şiddetli bir şekilde yaşadık, çok mesuduz. YA ŞA SIN ya, bizim de böyle müzelerimiz var, diye haykırmak istiyoruz.
İşin gururlanma ve geyik kısmı bir yana, Antalya Müzesi gerçekten çok beğeneceğiniz, dünya standartlarında bir müze olmuş ve bu güne dek gezmediğimize pişmanız. İçeride civardaki antik kentlerden ve yapılan kazı çalışmaları sonucu çıkarılmış birçok farklı eseri, dönemlere ayrılmış bir şekilde göreceksiniz. Ancak müzeden bu kadar etkilenmemizin temel sebebi özellikle heykel koleksiyonu. Üstelik açıklamalar da son derece detaylı ve bol olduğu için öyle boş boş heykellere bakıp geçmiyorsunuz, eğer audio guide alıp (yazar burada sesli anlatım olduğunu anlatmak istiyor) çok detaylı dolaşacak vaktiniz yoksa bile açıklamalar eşliğinde dolaşmak da aydınlanmanızı sağlıyor. Özellikle mitolojiye ilgi duyuyorsanız müthiş bir haz alacaksınız, kesinlikle kaçırmayın!
-Belki komik gelecek ama, müzeye giriş yaptığınızda hemen sağınızda kalacak çocuk bölümüne bir göz atmanız aslında hiç de mantıksız değil. Çünkü civarda bulunan antik kentleri olabilecek en basit şekilde özet geçtikleri için içeride göreceğiniz eserlerin nerelerde bulunduğunu çok daha iyi şekilde algılayarak geziyorsunuz.
-Müzenin mağazasına uğramayı ihmal etmeyin, hem güzel kitaplar hem de ev için alabileceğiniz küçük güzel objeler var.
*Antalya Kültür Sanat
Hazır müzelerden konuyu açmışken Antalya Kültür Sanat ile devam edelim. Adından da anlayacağınız üzere burası 2015 yılında açılmış bir kültür sanat/sergi/etkinlik alanı. Antalya’da benzer konseptte bir yer ile karşılaşmadığımız için bizce şehrin bu anlamdaki eksikliğini ciddi anlamda gideren bir yer. Şu ana dek Picasso, Andy Warhol, Ara Güler gibi dünyaca ünlü sanatçıları da sergi programına dahil etmeyi başarmış, gurur duyulası bir alan oluşturmuşlar. Şayet ziyaret etmek gibi bir niyetiniz olursa güncel sergiler bölümünü şuradan kontrol etmeyi ihmal etmeyin, çünkü sergiler dönemsel olarak değişiyor.
*Düden Kıyı Şelalesi
Şimdiii, burada büyük bir karmaşa yaşama ihtimaliniz söz konusu. O sebeple iyi bir açıklama yapalım, ulan şehir gezisi dediniz bizi nereye gönderdiniz demeyin. Efenim bildiğimiz, öz hakiki Düden Şelalesi Antalya Merkez’e yaklaşık 10 km uzaklıkta yer alıyor. Kendisi “Yukarı Düden Şelalesi” diye de geçiyor, çünkü bu işin bir de aşağısı var ki, o da Düden’in bir başka kolu olarak kabul ediliyor ve “Aşağı Düden Şelalesi” diye geçiyor.
Aşağı Düden Şelalesi / Düden Kıyı Şelalesi Lara’da olduğu için ve konum olarak şehirde vakit geçirdiğimiz noktalara daha yakın olduğu için biz bu seyahatte o noktayı ziyaret ettik. Düden Park’ın kapsamında yer aldığı için konumunu o şekilde de tespit edebilirsiniz. Düden Park’a ulaştıktan sonra zaten su sesini takip edecek olursanız koskoca şelaleyi de kolaylıkla bulacaksınız. Şelalenin üstünde kalan yoldan geçip biraz ilerleyecek olursanız seyir terası gibi alanlardan şelaleyi çok daha iyi şekilde görebilir ve fotoğraflayabilirsiniz, aklınızda bulunsun.
-Bu civarda çay bahçesi/kafe benzeri yerler var, ama eğer kararı bize bırakırsanız oraya oturmak yerine aşağıda buralara yakın önereceğimiz kafelerden birine gidin, onlara çökün.
*Aspendos
Çocukken aileyle gezilen yerlerin büyük bir kısmı hatırlanmaz da spesifik olarak bazı yerler aklınızda kalır ya, işte Aspendos Antik Tiyatrosu benim için tam olarak öyle bir yer. Bir sürü yeri büyüdükçe unutmuşum, ama Aspendos bir türlü aklımdan gitmemiş. Şimdi büyümüş halimizle, hür irademizle Aspendos’a gidince anladık ki böyle olması son derece normalmiş, çünkü Aspendos Antik Tiyatrosu gerçekten mükemmel. Günümüze kadar bu şekilde ayakta kalmasından ve ihtişamından etkilenmemek mümkün değil. Dolayısıyla Antalya’da gezebileceğiniz yerler arasında seçim yapmanız gerekiyorsa Aspendos’u mutlaka Antalya’da gezilecek yerler listenizin tepelerine taşımanızı şiddetle öneririz.
Aspendos’ta gezebileceğiniz tek yer antik tiyatro bölümü değil, alana giriş yaptıktan sonra tiyatro tarafına doğru değil sağ tarafa doğru ilerleyen patikayı takip ederseniz çarşı, kilise, anıtsal çeşme, su kemerleri gibi noktalara ait kalıntıları görebileceğiniz bölümlere doğru ilerliyorsunuz. (zaten girişteki tabelalar yönlendiriyor) Ancak Anadolu antik tiyatroları içinde günümüze dek en iyi şekilde korunmuş olan Aspendos Antik Tiyatrosu’nu öncelikli olarak görmek istemeniz gayet normal, o yüzden önce ona doğru koşturabilirsiniz, sizi çok iyi anlıyoruz.
–Tiyatronun en tepesine kadar çıkabiliyorsunuz, bu esnada bazı noktaların yenilendiğini de göreceksiniz. Tepeye çıktığınızda ise eğer iyi bir fotoğraf yakalamak istiyorsanız güneşin açısına göre en kenar noktalara yönelmenizi öneriyoruz, çünkü tüm tiyatroyu kadraja sığdırmak pek de kolay olmuyor.
-Bu arada ek bir bilgi olarak tiyatronun girişinde Atatürk’ün 1930’da söylediği “Bu tiyatroyu restore ediniz. Kapısına kilit vurmayınız, burada temsiller veriniz, güreşler düzenleyiniz” şeklinde bir cümlesi yer alıyor. Nitekim kendisi aynı yıl buranın düzenlenmesi, restore edilmesi için de direktifler vermiş ve günümüzde Aspendos’ta etkinlikler ve konserler de gerçekleştiriliyor. Ata’m nasıl oldu da her şeye yetiştin gerçekten bazen aklımız almıyor, bir kez daha inanılmaz saygı duyduk!
–Aspendos’a kadar gittiyseniz Side Antik Kenti’ne doğru da yaklaştınız demektir, eğer vaktiniz varsa oraya da uğrayabilirsiniz.
48 saatte olabilecek en verimli Antalya Gezi Rehberi için uğraşırken herhalde yeme içme kısmını da ihmal etmeyecektik. Bu süreçte tabii ki sizlerden de bol bol öneri aldık, herkes farklı farklı şeyler önerdi falan ama, herkesin kesiştiği en net konu tekti: TAHİN. Ciddi söylüyoruz Antalya’ya gidene kadar hayatımızda hiç tahinden bu kadar bahsettiğimiz olmamıştı. Allahtan tahini çok seviyoruz da tahinli piyaz, tahinli dondurma, tahinli kabak falan derken tahin komasına girip fenalık geçirmedik. Tabii ki tahin dışında bir 7 Mehmet efsanesi ve bir “köfteci” muhabbeti de arka planda devam etti, neticede 2 günde ne kadar deneyebilirsek denedik işte, buyursunlar.
*7 Mehmet Antalya:
Antalya yeme içme notlarının en baba ismi, 7 Mehmet. Zaten sırf Vedat Milor’un yazdıklarını okusanız “abi Vedat Milor’u bu kadar mutlu eden yer bana neler yapar” düşüncesiyle koşarak gidesiniz geliyor, ne varmış yahu bu kadar diyorsunuz. Biz de gerek bu sebepten, gerek başka zevklerine güvendiğimiz insanların “yemeği yerken yaşadığım hazdan elim ayağım tutmadı” benzeri yorumların verdiği gazla 7 Mehmet’e yemek yemeye değil, resmen kendimizi kaybetmeye gitmişiz.
Doğrucu Davutluk şov yapmamızı isterseniz 7 Mehmet’te yediğimiz her şeyi aynı şiddette sevmedik. Tandır ve bademli pilav inanılmazdı ve o tahinli kabak tatlısını galiba hayatımızın sonuna kadar unutmayız, onlar için 7 Mehmet’in yedisini de teker teker tebrik etmek istiyoruz. (7 tane Mehmet var sanmıyoruz arkadaşlar bu bir espri) Ancak bazı şeyler ya bizim damak tadımıza çok hitap etmedi, ya da sanki biraz abartılmış mıydı? Mesela Çağlalı Cacık (bu dönemsel olarak var olan bir şey) çok seviliyor olmasına rağmen biz pek bir olayını göremedik. Mesela Hibeş denilen meze Antalyalılar tarafından çok sevilmesine rağmen biz pek tutmadık. Ve son olarak Antalyalıların gayet anlaşılır bulduğumuz tahin sevgisinin bir ürünü olan tahinli piyazı başımıza bir şey gelmeyecekse pek de tutmadık. Bu durum belki bizim zaten piyazı o kadar da sevmiyorken bir de üstüne tahin ve yumurta eklenmesini kaldıramamış olmamızla da ilgili olabilir tabii, zevkler ve renkler tartışılmaza bağlayarak sessizce uzaklaşıyoruz………..
*7 Mehmet’in çalışanları çok samimi ve sempatik insanlardı, o sebeple çekinmeyip bol bol da konuştuk. Burayla ilgili kendilerinden duyduğumuz en ilginç şey şu cümle oldu: “İlla menüye bağlı kalmanız gerekmiyor, canınızın istediği bir şey varsa söyleyin hazırlarız”. HARİKALAR DİYARI MI BURASI?
*İkinci 7 Mehmet notu, burada “Sezen Pilavı” diye bir şey mevcut. Menüde yok, Sezen Aksu’nun burada yemeyi sevdiği bir pilav, onun için yapılmış ve 7 Mehmet müdavimlerinin bildiği bir şeye dönüşmüş. Böyle alengirli bir bulgur pilavı çeşidi. Belki denemek istersiniz?
*Börekçi Tevfik
Bir diğer Antalya klasiği, Börekçi Tevfik. Öyle 7 Mehmet gibi bir yer beklemeyin ama, gayet mütevazı, pasajın içinde küçük bir dükkan. Ama şanı almış yürümüş, Tevfik Usta da neredeyse 50 yıldır bu işi yapıyor. Zaten biz gittiğimizde de kendisi oradaydı, gayet de sıcakkanlı, sempatik birisi, bir yandan böreği hazır ederken bir yandan da muhabbetiyle bize eşlik etti.
Börekçi Tevfik’te ne yiyeceğiniz aşikar, ancak belki aklınız kıymalı böreğe gider de diğerini gözden kaçırırsınız diye söyleyelim, buranın olayı peynirli – şekerli böreği. Pazar günleri kapalı olduğunu da ekleyelim, saf gibi gidip kapıda kalmayın, üzülürüz……….
*Hazır Antalya’nın klasikleşmiş yerlerinden söz etmişken iki mekanı daha buraya bırakalım. Biri Piyazcı Sami, diğeri Şişçi İbo. İkisi de Antalyalılar arasında klasikleşmiş ve insanları “HAYIR BOZDU, YOK BOZMADI, ARTIK KÖTÜ, VAY EFENDİM DEĞİL” gibi ikilemlere sokan, yeri gelince kavga malzemesine dönüşen, sansasyonel yerler sdfsj. O sebeple artık gidip deneyip kendiniz yorum getirirsiniz, bu bizim kavgamız değil arkadaşlar, bizi karıştırmayın………….
*Sarı Demlik
Antalya’da kahvaltı mekanları içinde son zamanlarda acayip ön plana çıkan bir yer Sarı Demlik. Antalya’nın yerlisi kiminle tanışsak, özellikle bizim yaş grubumuzdaysa hemen burayı söyledi, e zaten bizim de listemizdeydi, uğramayı ihmal etmedik. Sarı Demlik’in Türk halkını komple çok mutlu edecek bir konsepti var: BİTMEYEN KAHVALTI. Siz masaya oturunca birisi gelip “başlayalım mı” diye soruyor, konsepti bilmiyorsanız “ya umarım burası Fight Club falan çıkmaz” diye düşünüyorsunuz ama neticede masayı tam anlamıyla donatmaya başladıkları zaman konuyu anlıyorsunuz. Bir kahvaltı masasına isteyebileceğiniz her şey geliyor ve bunun için ödeyeceğiniz ücret dahilinde masanızda yediğiniz şeyler bittikçe yenilerini ekleme yaptırabiliyorsunuz. Bunun haricinde menüden ek olarak sipariş verebileceğiniz şeyler de mevcut tabii ki. Biz sevdik, Antalya’da yaşıyor olsak yine giderdik!
*Bu ara çok popüler olduğu için özellikle haftasonları çok kalabalık oluyormuş, rezervasyon yaptırmak isteyebilirsiniz, aklınızda bulunsun. Biz haftaiçi gitmemize rağmen insanlar sıra bekliyordu.
*Lara Balık Evi
Antalya’da iki gün boyunca en çok gördüğümüz şey deniz olduğu için normal bireyler gibi “ay deniz şahane…” diye düşünmeyi bırakıp bir noktada “ya balık niye yemiyoruz aslında” aşamasına geçiş yaptık. (özür dileriz vegan arkadaşlarımız, kızmıyorsunuz di mi) Bu sebeple yolumuz gün ortası rakısı için, ki kendisi en güzel şeydir, Lara Balık Evi’ne düştü. Bi’ kere eğer güzel bir havaya denk geldiyseniz ve dış mekanda oturacaksanız zaten kafanızda rakı içmek gibi bir plan yoksa da otomatik olarak o duygu gelecek, çünkü o nasıl bir manzaradır? Ek olarak mezeleri, kalamar, karides gibi şeyleri de gayet lezzetliydi. Yok kardeşim biz öğlen öğlen içemeyiz o sıcakta diyorsanız akşam gitmek için de gayet uygun.
*Lara Balık Evi’nin iki farklı lokasyonu var, bizim gittiğimiz efsane manzaralı olan Tevfik Işık Cd. üzerinde. Diğeri bu şekilde mi bilmiyoruz, sonra gidip kızmayın.
*Pablito Bistro
Canınız geleneksel bir şeyler yemek istemiyorsa, daha modern kafada bir yer arayışına girdiyseniz, “anladık tamam evet yaşasın Türk yemekleri, tapas falan yok mu” modunuzdaysanız Pablito’yu sevebilirsiniz. Bi’ kere hiçbir şeyini beğenmeseniz bile o şahane manzarası için seversiniz zaten. Denize doğru bi kokteyl yudumlarsınız ya, fena mı? Bir şey yiyecekseniz yemeklerinin öyle özellikle çok övülecek bir yönü yok, ancak denediğimiz herhangi bir şeyden de hoşnutsuz değildir, özetle gidilir.
-Haritadan bakıp adrese ulaştığınızda şaşırmayın, çünkü burası bir otelin kapsamında yer alıyor.
*Pio
Antalya’ya turist olarak geldiyseniz ve Kaleiçi’nde vakit geçirmelere doyamadıysanız aslında bu civarda uğrayabileceğiniz çok fazla mekan var. Biz bu Antalya Gezi Rehberi’ni Antalya’da 48 saat geçireceğinizi varsayarak hazırladığımız için (çünkü biz öyle yaptık yapacak bir şey yok) iki akşamınıza iki mekan seçtik, Pio bunlardan ilki. Genel olarak özellikle kokteylleri övülmüştü ama doğruyu söylemek gerekirse biz pek tutmadık. Onun yerine şarap içip Kaleiçi’nin keyfini çıkarmak için bizce gayet tatlı bir mekan. Dua edin yan mekanda canlı müziğe denk gelmeyin, o zaman biraz zorlu oluyor.
*Varuna Gezgin
Varuna Gezgin’in önlenemez yükselişinden çok memnunuz, çünkü ne zaman Türkiye’de yeni tanıştığımız bir şehre kısa süreli bir gezi planlasak oracıkta bir süper kahraman gibi beliriveriyor. Biz de gezgin konseptinin de etkisiyle kontrol edilemez bir güç tarafından buraya doğru çekiliyoruz. Bu sebeptendir ki Antalya’da bir akşamımızı da Varuna Gezgin’de geçirdik ve pişman değiliz, yine olsa yine yaparız. Hani böyle eğlenmeli, shot’lı, biralı bir akşam geçirecekseniz bizce tam yeri. Arkada tatlı bir bahçesi de var, tam Antalya’nın güzel havasını değerlendirmelik. Bu arada acıkırsanız pizzası da fena değildi hani. (ya da sarhoş muyduk bilmiyorum, bu son cümleye pek güvenmeyin)
7 GR bizim için Antalya’nın en iyi kahvecisi!
*7GR: Listemizin tartışmasız birincisi, son zamanlarda içtiğimiz en iyi iced latte’leri yapan, “Salted Caramel Iced Coffee”sini (biraz fazla İngilizce içerdi ama Türkçe’ye saçma bir şekilde çevirmekten korktuk, o sebepten) mutlaka denemenizi önerdiğimiz favorimiz. Hem çalışmak için güzel ortam, hem mekanın kendisi çok samimi olduğu için arkadaşlarla buluşmalık, müdavimi olmalık. Ne olurdu İstanbul’da da olsaydın?
*404 Coffee: Yine kahvelerini leziz bulduğumuz, bir diğer başarılı Antalya kahvecisi. Ek olarak eğer kahve sevmeyen arkadaşınızla sosyalleşmek istediğiniz bir gündeyseniz burada çeşit çeşit gazoz da olduğu dikkatimizi çekti, belki öyle ikna edersiniz, fena mı? (Bu bir Nuri Alço esprisi değildir)
*The Sudd: Hem kahveleri, hem lokasyonu, hem kendisi güzel mekan. Lokasyonu güzel diyoruz çünkü biz Antalyalı olmadığımız için arka planda denize doğru bir yerlerde gün batımına denk gelince “ABİ KOŞ GÖKYÜZÜNÜN RENGİNE BAK” heyecanı yaşayan turistleriz, belki Antalyalılara bir şey ifade etmiyordur, üzücü……. Bu mekanla ilgili tek bir ilginç hissiyatımız söz konusu, belki o da bize öyle gelmiştir ama, yukarıda saydığımız 2 mekana kıyasla burası bir tık daha “piyasa mekan” havasındaydı. Böyle nedense daha bi’ kasıntı geldi, belki o güne özgü bir durumdu, bilemedik.