Biz sokakta yürürken çeşit çeşit dili bir arada duyduğumuz, “size ne kardeşim biz hep beraber misler gibi yaşayıp gidiyoruz” cümlesini yüzümüze güm diye çarpan, görsel olarak ise gerçekten kendine özgü şehirlere bayılıyoruz. İşte Mardin de tam olarak öyle bir şehir. Türkçe’nin bile türlü türlü versiyonunu duyduğunuz, Kürtçe’nin, Arapça’nın hatta kaybolmakta olan dillerden biri olan Süryanice’nin bile karşınıza çıktığı bir yer burası ve herkes birbirini o kadar kabul etmiş, tüm bu kültürler, diller, dinler o kadar güzel iç içe geçmiş ki, büyülenmemek, etkilenmemek elde değil. Burayı görüp de “burası x şehrine benziyor” demezsiniz mesela, “X şehri Mardin’e benziyor” cümlesine döner o iş, çünkü Mardin’in uyandırdığı hisler, görüntüler kafanıza yerleşir ve bunları başka bir şehirde yaşamanız pek de ihtimalli değildir. O çarşının kaosunda dolaşırken, buranın insanıyla memleket kritiği yaparken ya da sisli bir Mardin akşamında sessizlik içinde yürürken gelen o duygular tamamen buraya özgü, başka bir yerde benzerini hissetmek mümkün değil. Düşünsenize, taa ilkokul yıllarından beri duyduğunuz o kalıplaşmış “Dicle ve Fırat arasında kalan medeniyetler beşiği Mezopotamya” cümlesinde bahsedilen yerin göbeğindesiniz, o cümlenin ağırlığı bile Mardin’i diğer şehirlerden ayırmaya yetiyor. (Mezopotamya Yunanca iki nehir arasında kalan bölge demekmiş bu arada, kesin bilgi mi bilmiyoruz, öyle okuduk) Ülkenin batı taraflarında bir yerlerden oralara bakıp da “ayy çok istiyorum oraları görmeyi yaaa” demek başka bir şey, gidip orada dolaşıp da o havayı solumak ve gözlem yapmak bambaşka bir şey gerçekten.
Bir dakika ya, biz burada bu kadar şeyi anlatırken aklınıza “Mardin Kapı Şen Olur” şarkısı mı takıldı, bize mi öyle geliyor? (zaten sadece lee lee kısmına kadar biliyorsunuz di mi) Takıldıysa onu bir zahmet yollayıverin, çünkü o Diyarbakır yöresine ait bir türküymüş…….Ayrıca Berdan Mardini de Diyarbakır’da doğmuş….Şok üstüne şok, tüm doğrularımızın yanlışa döndüğü bu karanlık günü unutmayacağız…..
Pek çok yere olduğu gibi Mardin’e de bahar aylarında gitmek aslında en güzeli. Yazın giderseniz kavrulursunuz, kışın giderseniz donarsınız, net. Yazın bir diğer eksi yanı da turist sayısının artacak olması. Bu durum size restoranlarda yer bulamama, gezilecek yerleri halay ekibi gibi milletle bir arada gezme vb. şekillerde dönebilir ve tadınızı kaçırabilir.
Biz Mardin’e Kasım ayında gittik ve kararımızdan büyük ölçüde memnun olduğumuzu söyleyebiliriz. Bu mevsimsel bir durum mudur bilemiyoruz ama, bir noktada inanılmaz fazla sis vardı ve görüş mesafesi burnumuzun ucunu göremeyecek kadar düştü. Gerçi biz bu duruma da bayıldık ve çok güzel fotoğraflar yakaladık, siz ne düşünürsünüz bilemiyoruz. Genel olarak gündüz hava gezmeye son derece elverişliydi, akşamları ise oldukça soğuktu, ama bunu pek de dert etmedik.
*Kış döneminde gidecek olursanız, hatta Kasım itibariyle hava 5 gibi kararıyor ve müze, ören yeri, manastır gibi yerler erken saatlerde kapanabiliyor, bu sebeple gününüzü planlamak biraz zorlu olabiliyor ve kendinizi Usain Bolt hızında gezerken bulabiliyorsunuz, haberiniz olsun.
Şu “abi orası 1 günde gezilir ya” diyen arkadaşları asla dinlememenizi öneriyor ve Mardin gibi bir şehri hakkını vererek gezmek için şöyle bi’ 3 gün ayırmanızı öneriyoruz. En azından 2 tam gün garanti. Bir gününüzde Eski Mardin’i, bir günde Midyat ve civarını, 1 gününüzde ise müzeleri ve alışverişli meselelerinizi halledebilirsiniz. Yani eğer panik içinde geçmeyen, her şeyi özümseyerek, yerlisiyle muhabbetinizi ederek, yemeğinizi doya doya yediğiniz bir gezi geçirmek istiyorsanız mantıklısı bu. Ama biraz daha kompakt ve hızlı bir geziye hazırsanız 2 güne sığdırmayı da deneyebilirsiniz. Haftasonu gezginleri üzülmesin, 2 günde de çok şey görebilirsiniz.
Mardin’de ulaşım meselesi aslında Eski Mardin tarafındayken pek de soruna dönüşmeyecektir, çünkü burada her yer birbirine yürüme mesafesinde olmakla birlikte zaten isteseniz de araçla gezemezsiniz. Hem şehir labirent gibi, hem sokaklar çok dar, hem de arabayla oraya buraya gidecek olursanız bir sürü şeyi kaçırırsınız, buranın en büyük olaylarından biri şans eseri daldığınız sokaklar ya da kafanızı aniden bir ara sokağa, bir dükkana ya da bir evin avlusundan içeri (çok da şey yapmayın şimdi dayak falan yersiniz) uzatınca karşınıza çıkanlar. Dolayısıyla Eski Mardin kısmında aracı unutun gitsin.
Fakat Eski Mardin’in dışına çıkmanızı gerektiren ve gezmek isteyebileceğiniz pek çok farklı nokta da olduğu için Mardin’de araç kiralama konusunu bi’ değerlendirmenizi öneririz. Hadi Eski Mardin’e 4,5 km uzakta olanlara bir şekilde aracınız olmadan gitmeyi başardınız diyelim, e Midyat tarafları ne olacak? İyisi mi siz araba kullanmak istemiyorsanız da araba kullanmayı bilen arkadaşınıza “ya cnm Mardin aşırı güzel kesin gelmen lazım sensiz geçmeez” diye ayak yapın, gezdirsin sizi, İŞİ NE?
*Mardin Havaalanı’nda Budget, Avis ve Enterprise gibi firmaların şubeleri var. Hertz’ün şubesi ise havaalanının hemen yanındaki alışveriş merkezinin içinde. Biz o dönemde en uygun fiyatı veren Hertz olduğu için aracımızı oradan kiraladık. (yazar demek istiyor ki hepsini kontrol edin, direkt Hertz’den kiralamayın, dönem dönem değişiyor) Öyle daha düşünürken üşendiğimiz gibi de ilerlemedi, gelip bizi havaalanının kapısından alıp aracımıza götürdüler, dönüşte de aracı havaalanının kapısından teslim aldılar.
Mardin’de otel seçimi konusunda tam anlamıyla bir nokta atışı yaptığımızı düşünüyoruz, çünkü hem otel güzel ve temizdi, hem de lokasyon olarak çok iyi bir noktadaydı. Ayrıca hemen yanında arabanızı park edebileceğiniz bir alan olduğu için Eski Mardin gibi kaotik sayılabilecek bir yerde yer arama problemiyle de uğraşmıyorsunuz. Son olarak çalışanlar da oldukça güleryüzlü ve sempatik insanlar olduğu için biz galiba resmen bu otel ile bağ kurduk, akşam otele dönüp “ay bi kahve yapsanıza ya içelim hep beraber” noktasına geldik desek abartmış olmayız. SÖYLE ULAN ARTIK ŞU OTELİN ADINI dediğinizi duyar gibiyim, kırıcı oluyorsunuz. İzala Boutique Hotel’de kaldık, buyrun doya doya konaklayın.
Mardin genelinde gezeceğiniz yerlerin büyük bir kısmı Eski Mardin tarafında yer alıyor. Burayı Avrupa’da çoğu şehirde karşınıza çıkan “Old Town” bölgesi gibi düşünün. Şehir tabii ki burası dışında bölgelere de yayılıyor ancak onlar daha çok yerleşim yeri gibi ve Türkiye’nin geri kalan şehirlerindeki duruma benzer şekilde görsel açıdan pek de bir şeye benzemiyor, o yüzden siz iyisi mi Mardin’i “Eski Mardin” tarafı ile hatırlayın. Bu bölge dışında gezeceğiniz yerlerden ayrıca bahsedeceğiz, daha bu işin Midyat tarafı var.
Tarihi 1. Cadde
Mardin gezinize başlangıç yapmak için en iyi nokta aslında bu cadde, çünkü aşağıda söz edeceğimiz bir sürü yer bir şekilde bu caddeye bağlanıyor, buranın aşağı veya yukarı kısmında kalıyor. Aşağıda alışveriş için önereceğimiz yerler, hediyelik eşya, gümüş, sabun ve Mardin’e özgü aklınıza ne geliyorsa hepsini bulabileceğiniz, restoranların bulunduğu, Eski Mardin’in kalbi diyebileceğimiz bir cadde olduğu için buraya yolunuz defalarca kez düşecek zaten, o yüzden şimdiden kendisine alışın deriz.
Zinciriye Medresesi
Zinciriye Medresesi’nin tarihi çook eskilere, ta 1385 yılına dayanıyor. Burada hüküm süren son Artuklu sultanı tarafından yaptırılmış. Hatta ilginç bir bilgi olarak, zamanında Timur buralara kadar ulaştığında medreseyi yaptırmış olan sultanı bir süre bu medresinin içine hapsetmiş. Medrese’nin kendisi zaten mimari olarak çok güzel ve bizce kesinlikle görmelisiniz. Bu yeterli gelmediyse lokasyonu sebebiyle, yani bayağı tepelerde olduğu için Mardin genelinde görebileceğiniz en iyi manzaralardan birini bu tepeden göreceğinizi de ekleyelim, belki sizi o merdivenleri çıkmaya şimdiden ikna etmiş oluruz.
*Medreseye doğru çıkan merdivenlerde ilerlerken hemen solunuzda Mardin Olgunlaşma Enstitüsü’nün kapısını göreceksiniz, oraya girmeyi ihmal etmeyin, çünkü içinde hem enstitü, hem de çok güzel bir ilkokul binası var, ikisini de kaçırmak istemezsiniz. Buradan da güzel bir manzara var ama medrese daha tepede olduğu için oradan daha güzel açılar yakalayabilirsiniz.
Ulu Camii
Ulu Camii Mardin’in tartışmasız simgesi. (Arkadaşlar Berdan Mardini Mardinli değilmiş kaç kere söyleyeceğiz aşın bunu artık sdfs) Google’a Mardin yazdınız mı, bir gazetede/dergide Mardin’den bahsedildi mi o görsellerden birinin içinde Ulu Camii’yi görmezseniz bizim adımız da OitheBlog değil. Doğruya doğru, şu Zinciriye Medresesi’nin oradan karşıya doğru baktınız mı önünüzde uçsuz bucaksız gibi görünen Mezopotamya toprakları ile birlikte hakikaten de çok güzel görüntü veriyor, keşke yalnız bunun için sevseydik seni Ulu Camii. Buraya yalnızca uzaktan bakmakla kalmayın, mutlaka avlusuna da bi’ uğrayın deriz. Zaten Mardin’i dolaşırken bir şekilde hayat sizi caminin yanındaki labirent gibi çarşıya sürükleyecek, oradan dolana dolana (ve büyük ihtimalle sora sora) buraya kadar bağlanırsınız.
Revaklı Çarşı
Revaklı Çarşı bizim Mardin genelinde en sevdiğimiz yerlerden biri olabilir. Bu orada yaşadığımız an ile mi ilgili, yoksa hakikaten güzelliğinden mi kaynaklı bilmiyoruz ama, orada tanışıp konuştuğumuz insanlar, atmosferi, tam bizim dolaştığımız esnada giren şarkı ve o otantik havadan acayip haz aldık, umut ediyoruz ki siz de öyle bir ana denk gelirsiniz. Burası aslında çok büyük değil, zaten dümdüz devam ettiniz mi de çarşının diğer kısımlarına bağlanıyorsunuz, ancak hem fotografik olarak hem de içinde yer alan Revaklı Kafe’nin tatlı ortamı için bizce buraya yolunuzu düşürün. Sonra buradan Ulu Camii tarafında doğru yürüyebilirsiniz, geze geze gitmiş oluyorsunuz, mantıklı bir rota oluyor.
*Revaklı Kafe’yi arkanıza alıp dümdüz yürüdüğünüzde sağınızda kalan atölyenin duvarlarında, tavanlarında çeşitli notların yazılı olduğunu göreceksiniz. Bunlar bölgede yaşayan insanların kısa, birkaç cümlelik hikayeleri. Küçük bir yerde yaşadıkları için kimliklerini belli etmek istememişler, hikayeler numaralandırılmış, hangisi kimin hikayesi bilmiyorsunuz. Bizim fikir olarak acayip hoşumuza gitti, orada dikilip birçoğunu okuduk, göz atmayı unutmayın. Sonrasında o atölyeye girmenizi de öneririz bu arada, Şahmeran’ın hikayesini bizim yerimizde onlardan dinlemeniz daha keyifli olur.
*Şu revak sözcüğünü 20 senedir biliyormuş gibi kullanıp durduğumuza bakmayın, biz de yeni öğrendik. Gittiğinizde daha iyi anlayacaksınız, o kemerli, geçit gibi bir görüntü veren kısıma revak deniyor-imiş, o yüzden Revaklı Çarşı.
Mardin PTT Binası
Bizim kaldığımız otel olan İzala’nın hemen yanında, 1. Cadde üzerinde PTT binası bulunuyor. Artık iyice kafayı yediniz kızlar PTT mi gezeceğiz diyenler, sizi bulur ve pişman ederiz……. Sirkeci’deki Büyük Postane’nün güzelliğini düşünün, işte bu da o tatta bir şey. 1800’lü yılların sonunda ünlü bir aile tarafından Ermeni bir mimara yaptırılmış, 1950 yılından itibaren de postane binası olarak kullanılmaya başlanmış. Biz gittiğimizde bir kısmım Uygulama Oteli olarak kullanılıyordu, bir kısmı halen postaneydi. Her halükarda içine girip bakabilir, fotoğraf çekebilirsiniz, sorun etmiyorlar.
Mardin Müzesi
Yine 1. Cadde’nin üzerinde, buranın başlangıcı gibi sayılacak noktada yer alan Cumhuriyet Meydanı’nda dikkatinizi çekmeme ihtimali olmayan Mardin Müzesi, şehrin en önemli müzesi olarak kabul edilebilir. Mardin’de medeniyet üzerine medeniyet kurulduğu, şehir adeta bir medeniyetception olduğu için Asur, Pers, Urartu, Artuklu, Büyük Selçuklu, Roma falan derken artık aklınıza ilkokulda öğrendiğiniz hangi uygarlık geliyorsa hepsine ilişkin eserler görebilirsiniz, eğer konuya ilginiz varsa bizce uğrayın. İçerikten bağımsız olarak bu tarafta Süryani evleri arasında yer alan müze binası çok güzel fotoğraf veriyor, bu civarda güzel kareler yakalayabilirsiniz.
*Buraya giderken açılış kapanış saatlerinde internette yazan bilgilerle realitenin uyuşmadığını ekleyelim, açık olması gereken saatte sanki kuryemişçiymiş gibi “kapatıyoruz abla” dedikleri için biz ilk girişimimizde bu müzeyi gezemedik.
Sabancı Kent Müzesi
Mardin Müzesi yetmediyse civarda gidebileceğiniz bir müze daha var, Sabancı Kent Müzesi. Buranın konsepti Mardin Müzesi’ne kıyasla daha farklı, çünkü daha çok Mardin’de yaşamı, şehrin çok kültürlü yapısını, burada yaşamış/yaşamakta olan toplumlara ilişkin bilgileri toparlamaya çalışmış bir müze. Eğer tek bir müze gezme hakkınız varsa Mardin Müzesi daha çok ilginizi çekecektir diye tahmin ediyoruz, yine de seçenekleriniz arasında bulunması adına söz etmeden geçmek istemedik.
*Burada dönemsel sergiler de oluyor, bizce gitmeden önce mutlaka kontrol edin. Çünkü mesela Ai Weiwei sergisine denk gelseniz gitmez miydiniz??? (evet, inanmıyorsanız bakın)
Son olarak gidemediğimiz ve aklımızda kalan iki yeri buraya bırakarak onları size emanet ediyoruz: Mor Behnam Kilisesi ve Kasımiye Medresesi.
Tamam, bu kadar Eski Mardin yeter, hadi dışarı çıkıyoruz. Koskoca Mardin tabii ki Eski Mardin’i gezmekle bitecek yer değil, biraz merkez dışına çıkmanız lazım, o sebeple araba kiralamanız konusunda ısrarcı davrandık zaten. Aşağıda gezeceğiniz yerlerin sıralamasını yakınlardan başlayıp yavaş yavaş merkezden uzaklaşarak yapıyoruz, ona göre.
Deyrulzafaran Manastırı
Eski Mardin taraflarına en yakın olandan başlayalım. (4-5 km kadar) Aynı zamanda Mardin’de gezdiğimiz manastırlar içinde en etkileyici olanlardan birisi. Tahmin edeceğiniz üzere bir Süryani Manastırı olan Deyrulzafaran, adını manastır çevresinde yetişen safran bitkilerinden alıyor, bakmayın öyle garip durduğuna, Safran Manastırı anlamına geliyor yani. Milattan önce Güneş Tapınağı olarak kullanılmış, sonra Roma döneminde kaleye çevrilmiş falan derken son olarak manastıra dönüştürülmüş.
Manastır halen aktif olarak kullanılıyor ve öyle kafanıza göre girip gezebilmeniz mümkün değil, rehberli tura dahil olmak durumundasınız. Ancak öyle ek ücret ödemenizi gerektiren bir rehberli turdan falan bahsetmiyoruz, bilet ücretinize bu da dahil zaten. Biliyoruz, öyle toplu halde gezmek kulağa pek keyifli gelmiyor, sanki okul gezisine gitmiş gibi dolanmak pek hoş değil, ama en azından gezdiğiniz yerlere ilişkin bir şeyler dinleyince emin olun her şey daha anlamlı oluyor.
*Firdevs Köşkü’nden Nusaybin yoluna doğru devam edin, Mardin Cezaevi’ni geçtikten 100 m sonra sola dönüp 4 km daha devam edin. Zaten tüm bu yol boyunca tabelalarını göreceksiniz.
Dara Antik Kenti
Mardin gezisine giden çoğu kişinin gözden kaçırdığı Dara Antik Kenti’nde kazılar, aslında 1986 yılından beri süregeliyor. Yer yer devlet bütçe ayıramadığı için durdurulsa da sanıyoruz ki 2018 itibariyle devam ediyor. Özellikle ilginizi çekebileceğini düşündüğümüz nekropol kısmının ortaya çıkarılışı ise çok daha yeni, yaklaşık 8 sene kadar önce ve daha geçen sene ziyarete açılmış.
İlginizi çekecek bölümden bahsedince sizi psikopat yerine koymuşuz gibi hissedebilirsiniz, çünkü günümüz itibariyle Dara Antik Kenti’nde “yeniden diriliş” ayinlerinin yapıldığı nekropol alanından söz ediyoruz. Bu alan, kentte bulunan kayaların yontulması ve oyulması ile oluşturulmuş koca bir mezarlık; hatta yüzlerce kişinin bulunduğu bir toplu mezar. Burada bir dönem yeniden diriliş inancı olduğu için bu tip ayinler gerçekleştiriliyormuş ve galeri mezarın girişinde de ölüleri dirilten peygamber olarak bilinen Ezekiel’in işlendiğini görebiliyorsunuz. (biz bunu döndükten sonra öğrendik, o yüzden göremedik, çok iyi di mi) Sonrasında cam üzerinde yürüdüğünüz mezar alanına girerek toplu mezarı da inceleyebilirsiniz, işte o kısmı biraz ürkütücü oluyor.
Midyat
Mardin’in turistik anlamda en ünlü ilçelerinden biri Midyat. Eski Mardin’e bi 60 – 65 km uzaklıkta kalıyor, dolayısıyla burayı ve civarını gezmek istiyorsanız araba bir gereklilik diyebiliriz. (eminiz ki otobüs vardır, ama civarı gezmek isteyeceğinizi de düşünerek bizce araba şart) Bizi Eski Mardin kadar etkilemese de zaten Mor Gabriel Manastırı’nı görmeyi kafaya koyduğumuz için Midyat’ın içini de çok detaylı olmamakla birlikte şöyle bir dolandık. Her yeri görüntü olarak o şekilde olmamakla birlikte bazı noktalardaki eski taş evler gerçekten de etkileyici, Game of Thrones film lokasyonu olabilecek görüntüler veriyor.
Midyat’ta şöyle bir yerlerde oturayım, vakit geçireyim ama öyle rastgele bir yer olsun da istemiyorum derseniz Gelüşke Han’a gidebilirsiniz, otantik ve görsel olarak güzel bir mekandı. Bunun dışında en ünlü yer Midyat Konuk Evi. Sıla mıdır nedir bir dizi vardı ya, böyle sağda solda SILA TOKASI GELDİ falan yazıyordu dükkanlarda, işte onun çekildiği yer burasıymış, o sebeple ünlü sanıyoruz. Ama o Sıla meselesini bir kenara bırakıp önyargısız gidecek olursanız yapı olarak da güzel. Girişte 2 lira ücret alıyorlar, aklınızda bulunsun.
Mor Gabriel Manastırı
Midyat’a gitme sebebimizi sayılabilecek Mor Gabriel Manastırı da gerçekten “buraya kadar geldik ama buna değdi” dedirtecek güzellikte. Dünyanın en eski faal Hristiyan manastırlarından biri olarak biliniyor. Zamanında Timur buraya gelip sağda solda altın ne varsa alıp götürmüş ama, bizce yine de manastırın insanı çok etkileyen bir havası var, mesele altın işlemelere falan değilmiş.
Burayı da yukarıda anlattığımız diğer manastır gibi rehber eşliğinde gezmeniz gerekiyor. Bizce bu zorunluluğun iyi bir şey olduğunu içeride boş boş duvarlara bakıp Instagramlık fotoğraf çekmek yerine bir sürü şey öğrenirken fark edeceksiniz, o yüzden hiç surat asmayın deriz.
Kafro Köyü
Kafro Köyü pek çok kaynakta karşınıza çıkmıyor. Aslına bakarsanız açık açık söyleyecek olursak öyle gidip gezip görebileceğiniz çok da bir yeri yok zaten. Tipik bir köy havasından çok bir siteye benziyor, etrafında pek bir şey mevcut değil, öyle 15 evden taş evden falan oluşan minicik bir yer. E ne halt etmeye gittiniz peki buraya diyecek olursanız tamamen burada bulunan ve namı yürümüş pizzacıyı (Kafro’s Pizzeria) merak ettiğimiz için. Ne alaka şimdi Mardin’in bir köyünde bir pizzacı dedik ve üşenmeyip hazır Midyat tarafına gitmişken oradan da uzakta kalan Kafro Köyü’ne yolumuzu düşürdük.
Elbeğendi Köyü olarak da geçen köyün hikayesine gelecek olursak, burası aslında seneler önce terör sebebiyle boşaltılmış bir Süryani köyü. Buradan ayrılan aileler yıllar sonra köye geri dönüp burada yeni modern ve taş evler inşa ediyorlar, sürekli olarak burada yaşamlarını sürdürüyorlar mı bilmiyoruz ama, en azından yılın belli dönemlerini burada geçiriyorlar. Köyün Avrupa’ya göç etmiş yerlilerinden birisi de pizza yapmayı öğrendiği için köyde böyle ilginç bir yer açıyor. Buraya giderken yol uzadıkça “abi kim buraya kadar geliyor acaba pizza için” diye düşünsek de gidince mekanda neredeyse hiç boş masa olmadığını görünce anladık ki herkes gidiyormuş. Pizzalar nasıl diye soracak olursanız, gaza gelip Napoli ile falan kıyaslamaya çalışmaz ve bulunduğu bölgeye göre değerlendirirseniz bizce gayet iyiydi. İlginç deneyim, deneyin deriz.
Yahu bu Mardin’den alınacak amma çok şey varmış, son gün cebimizde 2 lira kaldı. Allahtan çok güzel küpelerimiz oldu da cebinde 2 lirası olan AMA çok güzel küpeli insanlar olarak devam ediyoruz. Son günümüzde kendimizi o kadar büyük bir alışveriş çılgınlığına kapılmışken bulduk ki, bu moda temalı IQ düşüren programlardaki cama kafa atan kızlar gibi (bkz. şu) hissettik, koşuyoruz, dükkandan dükkana uzun atlama yapıyoruz, esnaf bizi bağrına basıyor falan. Umut ediyoruz ki dükkanlardan biri duvarına bizim bir adet fotoğrafımızı asarak altına “Alışverişte Öykü ve İdil gibi olun” benzeri bir şey yazarak o kontrolü kaybettiğimiz günü ölümsüzleştirmiştir. Neyse, bu konuda profesyonelliğimizi ilan ettiğimize göre Mardin’den neler alabileceğiniz konusunda birkaç ipucu vermek isteriz;
*Gümüş: Mardin’de ne alınır diye düşününce hiç gitmeyen insanın bile aklına gelen ilk şey gümüş oluyor galiba. Zaten Tarihi 1. Cadde üzerinde dolaşacak olursanız yüz elli tane falan gümüşçü göreceksiniz, fiyatlar İstanbul’a kıyasla daha uygundu, o yüzden bizce takı seviyorsanız buradan alabilirsiniz. Mardin’e özgü bir şeyler almak isterseniz Şahmeran (ele takılıyor, alengirli bir şey, google’a yazın anlarsınız) ve Telkari bakabilirsiniz. O kadar gümüşçü içinde nereden alacağınıza karar veremediyseniz biz çoğu şeyimizi 1. Cadde üzerineki İlhan Silver adlı gümüşçüden aldık, oraya bakabilirsiniz. (selamımızı söyleyin, kıpsss)
*Sabun: Evet, buraların sabunu da ünlüymüş, özellikle “bıttım sabunu”. Ama sadece onunla sınırlı kalmanız gerekmiyor, cilt ya da saç problemleriniz varsa menengiç sabunu ya da ardıç sabunu gibi şeylere de bakabilirsiniz. Biz fiyatları 2,5 lira gibi bir şey olduğu için allah ne verdiyse aldık, çantamızda sabunlarla dolaştık manyak gibi. Yine öneri isterseniz biz sabunların hepsini 1. Cadde üzerindeki “Tek Sabuncu”dan aldık. Kullanıp hoşunuza giderse internetten sipariş de verebiliyorsunuz, sahibi de dünya tatlısı bir insandı, orada derdiniz neyse anlatıp ona göre doğru sabunu alabilirsiniz.
*Süryani Şarabı: Süryani şarabının hangisi alacağınızı, nereden alacağınızı seçmek biraz karmaşık bir hal alabiliyor. Gördüğümüz, okuduğumuza göre en bilinen ve iyi kabul edilen marka Shiluh. Ama bunun haricinde bir sürü yerel üretici de var, illa ki bu markaya bağlı kalmak durumunda değilsiniz, şarap alabileceğiniz çoğu yerde tadım da yapabiliyorsunuz, bizce birkaç yerde denemeden almayın. Süryanı şarabı dediğimiz şeyin içinde genellikle “mahlep” de olur diye biliniyor ama hepsinin bu şekilde olması da gerekmiyormuş. Mesela mahlepli olan bizim pek damak tadımıza uymadı, o yüzden tadına bakmadan direkt onu almayın. Mardin’de Süryani şarabını nereden alacağınıza karar veremediyseniz şöyle bir şey önerebiliriz; Şu yukarıda söz ettiğimiz kuyumcu İlhan var ya, ona gidin, ben şarap almak istiyorum kardeş nereden alayım diyin, o size yardımcı olur. (yerini buraya yazmamız doğru mi değil mi karar veremedik, o yüzden böyle esrarengiz bir şeymiş gibi oldu)
*Badem Şekeri: Hadi bakalııım, başınıza bir dert daha çıkardık, alıyor muyuz badem şekeri? Hem de MAVİ. Mardin’in badem şekerinin ünlü olduğunu bilmiyorduk, hele mavi badem şekeri olduğunu hiç bilmiyorduk. Merak etmeyin, eğer orijinalini alacak olursanız gıda boyası ile falan da renklendirilmiyor, çünkü bu renk “lahor” ağacının kökünden elde ediliyor. Ortalıkta bundan bol bol göreceksiniz, çok koyu renk olanlara güvenmeyin, onlar gıda boyası, YEMEYİZ. Biraz daha açık bir mavi olması gerekiyor. İsmi “hayalet” diye de geçiyor, aklınızda bulunsun.
*Sanat Atölyesi: Sanat Atölyesi 1. Cadde’nin sonunda, PTT binasını biraz geçtikten sonra solunuzda kalacak, zaten tabelasından göreceksiniz. İçeride el oyması ürünler başta olmak üzere müthiş şeyler var, tabii ki hepsini kendileri yapıyorlar. Doğruya doğru, fiyatlar biraz yüksek, ancak onca emeğe ve detaylı çalışmaya daha uygununu beklemek de biraz mantıksız olurdu galiba. Evinize herhangi bir obje almak, Mardin’den böyle bir anıyla dönmek isterseniz mutlaka bakmanız lazım, biz hayran olduk.
Söz konusu Mardin, hatta o bölgedeki herhangi bir şehir olunca yemek konusundaki beklentiler de otomatik olarak tavan yapıyor di mi? Biz de Mardin’e o halde gittik, indiğimiz gibi kebapçıya koşmalar, bütün günü yemek yiyeceğimiz yere göre planlamalar falan, bayağı sapıtmışız, sonradan şöyle bir dönüp de bakınca fark ettik. Yemek hassas mesele arkadaş, günün güzellik seviyesini belirleyen şeylerden biri yani, nasıl bu konuyu ciddiye almayabiliriz ki? Neyse, Mardin’de yiyip içtiğimiz yerlerden şöyle bir söz edecek olursak;
*Bir dakika! Öncesinde genel olarak Mardin’e özgü, denemek isteyebileceğiniz lezzetleri şöyle bir sıralayabilir miyiz? Öncelikle kaburga dolması. Bunun dışında Sembusek (lahmacunumsu bir şey), İkbebet (haşlanmış içli köfte), Dobo, Hayalet (badem şekeri) ve Lebeniye çorbası da denemeden geçmeyin. Bu arada şimdi “hayır o Urfa’nın yemeği, vay efendim bu Lübnan’a özgü, buna Mardin yemeği diyenin ağzını yüzünü dağıtırım (sdfsd tamam tamam)” savaşına hiç girmeyelim olur mu, bu yemekler bu coğrafyanın yemekleri işte, çok şey yapmamak lazım.
*Kebap için 2 baba mekan var; Kebapçı Rıdo ve Yusuf. Biz Yusuf’u Rıdo’dan daha çok beğendik, ama ikisinin de hastası olduğumuzu söylersek abartmış oluruz. Kebap bu, gidiyor mu gidiyor, bi bakmışsın tüm gurunu bir kenara bırakıp kebabın üstüne soğan, onun üstüne salata kat kat çıkmış ağzına sığdırmaya çalışıp çirkinleşmişsin falan ama, “ah bi Yusuf’ta olsak da kebap yesek bee” hissini tüm bu insanlık dışı halimize rağmen almadık. Her ikisinde de kebap söylediğinizde yanında salata, gavurdağı benzeri bir başka salata ve sumaklı soğan yemeğinize eşlik etmek üzere direkt masaya geliyor, şaşırmayın. Açık ayran da söylediniz mi misssler gibi gider, sadece beklentinizi arşa çıkarmayın deriz. Son olarak her ikisi de bizce öğlen aktivitesi, akşam yemeklerinizi buralara ayırmayın.
*Mardin’e özgü her ne deneyecekseniz bizce Cercis Murat Konağı’nda deneyin. İlk etapta Instagram’dan gelen “ay çok turistik, aman gitmeyin” yorumları sebebiyle az daha buraya gitmemek gibi bir hatada bulunacaktık, allahtan onlara kulak asmamışız dsdfs. Buranın özellikle meze tabağını kesinlikle denemeniz lazım. Onun dışında yöreye özgü birkaç lezzet de denedik (mesela Dobo ve yoğurtlu & sarımsaklı yaprak sarması gibi bir şey), hepsi gerçekten başarılıydı ve diğer yerlerde yediklerimizin çok üstündeydi. Her turistik yeri kötüleme timi, YİNE KAYBETTİNİZ. (roket takımından bahsediyoruz gibi oldu di mi) PS. Prens Charles da burada yemiş, ona göre tavrınızı takının da gidin…….
*En baba manzaralardan biri için Seyr-i Mardin adlı kafenin terasına gidebilirsiniz. Onun dışında Mezopotamya Çay Bahçesi ya da Mezopotamya Otantik Cafe de (evet benzer isimler, iki farklı mekan) manzara açısından güzel, ama biraz daha akşam üstü saatlerinde gitmeye dikkat edin, aksi takdirde özellikle güneşli bir günse fotoğraf yakalamak zorlu oluyor.
*Bize bol bol önerilen, ama yemeklerinin bir olayını göremediğimiz mekan, Bağdadi Restoran. Bizim damak tadımıza mı hitap etmedi, yoksa hakikaten iyi değil miydi bilemiyoruz ama, pek tutmadık. Mardin’de ne yiyelim araştırması yaparken karşınıza sık sık çıkacağı için söz etmeden geçmek istemedik.
*Akşam vakit geçirmek, şarap içmek için İzla Art Cafe garanti. Hem mekan güzel, hem kitlesi güzel, bayağı hoş bir ortamı vardı.
*Kardeşler Odunlu Ekmek Fırını adlı mekanı da tahinli çöreği sebebiyle bol bol duyacaksınız. İtiraf ediyoruz, biz burayı da pek tutmadık. O tahinli çörekler dışarıda, açıkta, yol kenarında bekliyordu ve haliyle kurumuş, kaya gibi olmuştu, belki de o sebepten, bilemiyoruz.
*Sadık Künefe’nin beğeneni de var beğenmeyeni de, biz tarafımızı seçemedik, çünkü tatlıya karşı koyamıyoruz, hepsi bir şekilde biraz olsun güzelmiş gibi geliyor, o bizim ayılığımız…Canınız künefe çekerse aklınızda bulunsun.
*Şu Marangozlar Kahvesi’ne gitmek isteyip de bir türlü gidemedik, belki siz gidersiniz diye yazıyoruz, güzel ve otantik görünüyordu.
*Şimdii, cehaletimizi buradan binlerce kişiye ilan etmeye çekinmeyerek itiraf edelim; Mardin’e gitmeden önce defalarca kez duyduğumuz Süryanilik üzerine gerçekten inanılmaz az bilgimiz vardı, fakat bizce Mardin’e gidecek olursanız bu konuda az da olsa bilgi sahibi olmanız iyi olabilir, çünkü Süryanilere ait çok fazla yer görecek ve tanıyacaksınız. Bu konuda her kafadan bir ses çıksa da kiliseyi gezerken Süryani rehberimizin dediğini aktaracak olursak; Süryanilik öncelikle bir dini değil, bir etnik kökeni, bir halkı temsil eden bir sözcük ve bu toplumun Mardin’i de kapsayan Mezopotamya bölgesinde 4000 yılı aşkın bir geçmişi var. Günümüzde kaybolmakta olan diller arasında kabul edilen Süryanice’nin kökeni ise aslında Aramice’ye dayanıyor ki, (sanıyoruz onun bir lehçesi gibi) bu dil aynı zamanda İsa’nın konuştuğu dil olarak bilindiği için oldukça önemli kabul ediliyor ve halen bu dilin eğitimini alan, okumayı bilen insanlar mevcut. Orada gezeceğiniz manastırlarda göreceğiniz ve okuyamayacağınız, görüntü olarak Arapça ya da İbranice’yi andıran o yazılar Süryanice. Zamanla Mezopotamya bölgesinde yaşayan Süryaniler hem Türkiye’nin hem de dünyanın dört bir yanına (Hindistan’dan tutun İskandinavya’ya kadar) dağılıyorlar, ancak halen Mardin’de ve civar şehirlerinde yaşayanlar da var tabii. Mardin’e gittiğiniz takdirde özellikle bahsettiğimiz manastırları gezecek olursanız zaten buraları rehber ile gezmek durumunda olduğunuz için bu alanda çok daha fazla detay öğreneceksiniz.
*Şu “abi Anadolu insanı çok sıcakkanlıı, ay bizi evlerine davet ettiler çok müthişşş” muhabbeti vardır ya, biz bunun birçok şehir için uygulanamaz bir genelleme olduğunu düşünüyorduk, Mardin ezberimizi bozdu. Son zamanlarda bu kadar dostcanlısı, bu kadar sohbet etmeye, öğretmeye, aktarmaya açık bir yere gitmemiştik, gerçekten harika insanlara denk geliyorsunuz. Şunu demeye çalışıyoruz; Mardin’de bir dükkana mı girdiniz, aklınızda ne varsa sorun, bir şeyi mi merak ettiniz, yolda bir dayıyı durdurup bile sorabilirsiniz, bizce bu şehrin tadı en çok bu şekilde çıkıyor.
*Genel olarak restoran ya da dükkan fark etmeksizin birçok yerde kredi kartı geçmeyebiliyor, ona göre yanınızda nakit ile gidin, sonra bulaşık yıkamak durumunda kalmayın. (bu hakikaten oluyor mudur acaba ya ben param yok diye bulaşık yıkama deneyimini yaşamayı çok isterim şahsen, neyse)