Bu sefer bir bilmediğimiz yerden girdik, bir bilmediğimiz yerden girdik ki sormayın. Hani Burkina Faso’ya, ne bilelim Brunei Sultanlığı’na falan gitmiyorsak her gideceğimiz yer hakkında aşağı yukarı ufak bir fikrimiz vardır da, Denizli’ye hakikaten hiç hakim değilmişiz, cehalet rüzgarları esiyor, çanlar bizim için çalıyor, civarından geçip geçip başka yerlere gidiyormuşuz da haberimiz yokmuş resmen. Çok şükür bir Denizli & Pamukkale Gezisi kararı almışız da buralarla ilgili de bir aydınlanma yaşamayı başardık. Evet gezimiz 1,5 gün kadar sürdü, biraz zaman sınırlamamız vardı, ancak o 1,5 günü de son derece verimli geçirdiğimizi söyleyebiliriz.
İşte meşhur bornozlu horoz heykelimiz………Biz şizofren değiliz, gerçekten var.
Denizli & Pamukkale Gezisi için yola çıkmadan önce elimizdeki veriler: 1. Denizlili çok sevdiğimiz insanlar var (demek genel olarak insanını seviyoruz), 2. Horozlarla ilgili bir yoğunluk söz konusu (daha o zaman şehrin göbeğinde “”bornozlu horoz heykeli” göreceğimizi bilmiyoruz tabii) 3. Pamukkale gibi allah var diye bağırtan bir güzellik tüm Asyalı turistleri kendine doğru çekiyor. (bu doğru tespitmiş) Tamam, bunlar da bilgi kategorisine girebilir ama, bu bilgilere Türkiye’nin büyük bir kısmı sahip zaten, Denizli’de başka ne var? Yoksa Denizli seferimiz Pamukkale Gezisi ile mi sınırlı kalacak? Geri kalanını “her şeyi çok beğeniyormuş gibi abartılı tepkiler veren blogger” şeklinde mi gezeceğiz? YOO DOSTUM YOO, ÖYLE BİR ŞEY YOK. Biliyoruz, özellikle kalkıp oralara kadar gidiyorsanız çok yüksek ihtimalle Pamukkale Gezisi niyeti ile gideceksiniz, ancak madem gidiyorsunuz, bari hakikaten hakkını verin, bizi oralarda rezil etmeyin………Biz OitheBlog okurları Denizli’ye gidip sadece Pamukkale’yi gezip hemen başka yere geçmişler dedirtmeyiz!
Biz Denizli gezimizi başka rotalar ile birleştirerek şahanesinden bir roadtrip yaptık. Antalya Gezi Rehberi ve Kaş Gezisi Notları da ellerinizden öper, belki Denizli’den oralara geçersiniz? Olmadı bi’ Marmaris & Datça yaparsınız.
Instagram’da Denizli’ye uçuyoruz deyince “aa Denizli’de havalimanı mı var yahu” diyen çok kişi olduğunu fark ettik, o yüzden bir kez daha söyleyelim, evet, Denizli’de havalimanı var; Çardak Havalimanı. Kendisi Denizli’nın merkezine pek de yakın sayılmaz, zira Çardak Havalimanı ile Denizli Merkez arası 60 km civarı bir mesafede. (merak etmeyin o arada da size gezecek bir yer bulduk, aşağıda anlatacağız) Hal böyle olunca eğer Denizli’ye uçakla geldiyseniz merkeze ulaşmak için bi’ çözüm üretmeniz gerekiyor, hadi onu da biz üretelim peki tamam hadi……..Bunun için iki seçeneğiniz var, şöyle özetleyelim:
*Araba kiralayabilirsiniz. Bunu yalnızca Denizli’yi gezmek için yapmanız da gerekmiyor, bizim yaptığımız gibi civarı dolaşacaksanız (biz buradan Kaş ve Antalya’ya geçtik mesela) Denizli Havalimanı’ndan araba kiralayıp sonrasında aracınızı başka bir şehirde teslim edebilirsiniz. Bu arada bunu sinsi bir teknik olarak da kullanabilirsiniz. Yani? Yani şöyle, diyelim ki güneyde bir yerlere uçup sonrasında arabayla oraları dolanmak istiyorsunuz, ancak uçak biletleri çılgınlar gibi pahalı. O zaman şayet Denizli’ye daha uygun fiyatlı bir bilet bulabilirseniz güney rotanızı buradan başlatabilir, arabanızı da Denizli’den kiralayabilirsiniz. Yeneceğiz sizi pahalı uçak biletleri!
*Ben arabayla gelmedim, araba kiralamak da istemiyorum, araba kiralarsam şerefsizim diyorsanız öncelikle sizi sakin olmaya davet ediyoruz, bu sinirle yola çıkılmaz… Bu noktada Denizli’nin merkezine ulaşmak için çözümünüz yolcu servislerini kullanmak. Onun saatleri de sanıyoruz ki uçak iniş saatlerine göre belirleniyor, onun için şuraya bakıp oradaki numarayı arayarak bilgi alabilirsiniz.
Bakın bu Denizli Pamukkkale Gezisi için ne zaman yola çıktığınız gerçekten önemli. Çünkü aslında özellikle Pamukkale ve Hierapolis’i hayatınızın ilerleyen yıllarında “abi çok güzeldi çok keyif aldık, traverteninin beyazına ölürüm TÜRKÜYEM” ya da “Asyalı turistler ile düşman olduğum gün” diye mi anacaksınız, bu tamamen buraları ne zaman ziyaret ettiğinize bağlı. Bunu neden söylüyoruz, çünkü biz çok turistik kabul edilmeyecek bir döneminde (Mart ayı ve haftaiçi) gitmiş olmamıza rağmen özellikle Pamukkale o kadar kalabalıktı ve burası kalabalıkken o kadar çekilmez bir hal alabiliyor ki, gerçekten daha turistik dönemlerinde nasıl olduğunu düşünemiyoruz. Bu Asyalı turistlerin dünyayı keşfetme isteği gerçekten başka hiçbir ırkta yok, vallahi tebrik ediyoruz ya. Bi’ ara travertenlerin üstünde kalabalıktan hep beraber o kadar samimi olduk ki, gerçekten ülkelerarası ilişkilerimiz bir seviye daha gelişmiş olabilir. Üstelik özellikle Hierapolis’i dolanırken biraz fazla efor sarf edeceğiniz için (yokuş çıkmak, merdiven inip çıkmak, güneşin alnında yürümek gibi) bunu sıcakta yapmak gerçekten hiç de kolay olmayacaktır. (kolay olmayacaktır derken İsmail Türüt gibi terleyeceksiniz anlamında) Örneğin Temmuz ayında Denizli’de hava sıcaklığı 36-37 dereceleri buluyor, o sıcakta antik kent gezmek istediğinize emin misiniz? Sanmıyoruz…… Özetle Denizli & Pamukkale gezisi için ideal dönemler biraz sezon dışı sayılabilecek ve havanın çok sıcak olmadığı dönemler, bizce “yolumuzun üzerinde kalıyor hadi hazır buradan geçerken bi’ uğrayalım” kararı almadan önce bunu kesinlikle göz önünde bulundurun.
Eğer arabanız var ise aslında Denizli’de nerede kaldığınızın çok da büyük bir önemi yok, çünkü zaten aşağıda söz ettiğimiz Denizli’de gezilecek yerlerin bazılarına araç olmadan ulaşmak zaten pek de kolay olmadığı için o arabayı her halükarda yerinden çıkarmanız gerekecek. Bu sebeple “ay şurada kalayım yürüyerek gezerim” işini bir kenara bırakmanız gerekiyor. Biz Denizli gezimizde Dedeman Park Hotel Denizli’de kaldık ve gayet memnun kaldık, siz de orayı değerlendirebilirsiniz.
Denizli’ye gidene kadar aslında bu şehir için kesinlikle 1,5 günden daha fazla vakit ayırmak gerektiğini kavrayamamışız, ancak bilmemek değil öğrenmemek ayıp cümlesine sığınarak kendimizi bu konuda daha fazla kınamayacağız. Artık Denizli övebilecek raddede Denizli bilgisine sahibiz çok şükür. Ancak bu demek değil ki Denizli’de 1 hafta kalın, ne bilelim günlerinizi orada geçirin falan, o kadar da değil, her gittiği yeri aşırı beğenen bloggerlar gibi abartmanın alemi yok. Aslında 2-3 tam gün Denizli’yi etraflıca keşfetmek için yeterli bir zaman. Burada işaret etmek istediğimiz şey Denizli’ye illa ki geçerken uğramanız gerekmediği, burası yalnızca Pamukkale’den ibaret değil, o kısmı hep beraber kavramamız gerekiyor. İnanmıyorsanız gelin biraz anlatalım.
Kaklık Mağarası
Evet, konuya Pamukkale’den girmedik ve sizi küçük sürprizlerle şaşırtıyoruz. Velev ki Denizli’ye bizim yaptığımız gibi hava yolu ile ulaştınız, öyle basıp şehir merkezine mi gideceksiniz? Yoo yoo yoo, buna izin veremeyiz, sizi hemen aksiyona sokacağız. Denizli Merkez’den çok Çardak Havalimanı’na yakın olan Kaklık Mağarası ile Denizli turumuza başlıyoruz.
Burayı keşfetmiş olmamızla gururlanan ve hatta “ulan ben Denizliliyim burayı niye bilmiyorum” diye şaşıran Denizlili takipçilerimizin reaksiyonlarımızdan anladığımız kadarıyla tuhaf isimli Kaklık Mağarası öyle çok da uzun süredir gündemde olan bir yer değil. Mağaranın yakınlarına ulaştığınızı zaten çok kolay tespit edeceksiniz, çünkü burnunuza gerçekten korkunç bir kükürt kokusu gelecek, zira buranın özelliklerinden birisi de bu. (o iğrenç kokulu su cilde çok iyi geliyormuş bu arada, acı gerçek) Neticede mağaraya girdiğinizde eğer bizim gibi sadece sizin olduğunuz bir döneme denk gelirseniz “umarım bizi burada kesmezler” düşünceleri ya da “Batman Episode VI: Chronicles of Kaklık Cave” çekim lokasyonuna geldiğinize dair beklentiler de oluşabilir, gayet normal, çünkü gerçekten ürkütücü sayılabilecek bir ortam. Ama neticede kaç mağaranın içinde traverten var arkadaşlar, bu deneyimi yaşamanız lazım! Evet evet, bildiğimiz mağaranın içinde Pamukkale’deki gibi travertenler mevcut. O yüzden ilk merdivenlerden aşağı indikten sonra şöyle bir etrafınıza bakınıp çıkmayın, aşağı doğru inen yolu takip edin, gerilecek bir şey yok. Zaten eğer daha turistik bir dönemde gidecek olursanız eminiz başka insanlar da oluyordur, bizim gibi “korku filminde ilk ölen salak kız” misali gezmesiniz yani.
*Bir ihtimal mağaraya girerken giriş ücreti alınıyor olabilir, biz oraya gittiğimizde bırakın giriş ücreti alacak kişi olmasını, yol boyunca tek bir insanoğlu bile görmediğimiz için öyle laps diye içeri giriverdik ama, ücret alınıyorsa çok da şaşırmayın yani.
Hierapolis Antik Kenti
İşte bayrakları astıracak, VAY MEMLEKET BEEE diye bağırtacak, şahane bir antik kent. Şehir büyükçe bir alana yayılmış, özellikle antik tiyatrosu müthiş etkileyici, antik havuzu ise kaçırırsanız bayağı pişman olursunuz, onu zaten aşağıda detaylı anlatacağız. Tüm bunlar yetmezmiş gibi meşhuuuur Pamukkale Travertenleri’nin de hemen yanı, daha ne istiyorsunuz, bir taşla iki kuş resmen.
Hierapolis Antik Kenti’nin kuruluşuna dair bilgiler kısıtlı. Ancak M.Ö. 2. yüzyıl civarında Eumenes tarafından kurulduğu ve adını Bergama’nın kurucusu Telephos’un (mitolojik hikayesini okumanızı şiddetle öneririz, o şekilde her şey daha anlamlı oluyor) karısı Amazon kraliçesi, uğruna savaşlar çıkan Truvalı Helen’den daha güzel olduğu söylenen Hiera’dan aldığı tahmin ediliyor. Kent “Holy City” diye de biliniyor, yani kutsal bir şehir olarak kabul ediliyormuş. Araştırdığımız kadarıyla kapsamında bu kadar büyük bir Nekropol bulunmasının sebebi de buymuş, çünkü insanlar burayı kutsal kabul ettikleri için son günlerini burada geçirmek ve buraya gömülmek istiyorlarmış.
Hierapolis’i olabilecek en mantıklı şekilde gezebilemeniz için birkaç ipucu vermeden geçmeyelim;
*Öncelikle Hierapolis’e giriş yapabileceğiniz birkaç farklı kapı var. Eğer Hierapolis’i şöyle etraflıca, uzun uzun gezecek vaktiniz varsa o zaman Nekropol tarafındaki kapıdan giriş yapmanız mantıklı olacaktır. Yok kardeşim benim vaktim yok, vaktim varsa da o kadar ilgim yok, şöyle bi’ ana noktalarını görmek yeterli olur diyorsanız o zaman Güney Kapısı tarafından girmeniz daha iyi bir fikir. Zaten Pamukkale Gezisi için gelen tur otobüsleri ve turistlerin büyük bir çoğunluğu da bu kapıdan giriş yapıyor, dolayısıyla en yoğun nokta burası. Nekropol tarafındaki kapı ile Güney Kapısı arası neredeyse 2 km gibi bir şey, Nekropol’ün oradan en turisitk noktalara doğru yürümenin ne kadar süreceğini artık siz hesap edin.
*Eğer Hierapolis’e Güney Kapısı tarafından girdiyseniz turnikelerden geçtikten sonra önünüzde takip edebileceğiniz bir yol göreceksiniz, ancak bize kalırsa o yolu takip ederek ilerlemeyin. İçeri girdiğiniz gibi sağınızda kalan patikayı takip ederek öncelikle Hierapolis’in efsane tiyatrosunun olduğu yöne doğru yürüyün. Bu söz ettiğimiz patika sizde “yanlış bir yere girdim galiba” hissi uyandırabilir, çünkü aslında bir yol gibi görünmüyor ve teknik olarak bir tepeye tırmanıyor oluyorsunuz, ancak bizce bu çok daha mantıklı bir rota ve sizi direkt olarak tiyatronun tepesine götürüyor. Tepeye çıkıp tiyatroyu gezdikten sonra yine tepedeyken bu sefer sağdaki yolu takip ederek Hierapolis’in diğer bölümlerine doğru ilerlersiniz.
*Yukarıda bahsettiğimiz yolu takip ettiğinizde yolunuzdan biraz sapacak olursanız 12 Havari Kilisesi’ni görebilirsiniz. İsa’nın 12 Havarisi’nden Aziz Philippus’un burada öldürüldüğü söyleniyor.
*12 Havari Kilisesi’nin oradan ana yola geri dönecek olursanız biraz ilerledikten sonra hemen solunuzda ihtişamlı bir çeşmenin kalıntılarını göreceksiniz. Öyle küçük bir şey de beklemeyin bu arada, Muhtemelen burada zamanında Roma’daki Trevi tadında, dev bir çeşme yer alıyormuş.
*Bu rotada yürüdüğünüzde söylediğimiz yerleri gördükten sonra sırasıya karşınıza Antik Havuz (onu aşağıda detaylandıracağız) ve ardından müze bölümü çıkacak. Müzeye girmek için ayrı bir ücret ödemeniz gerekiyor. (5 TL) Sonrasında ise zaten travertenlerin olduğu bölüme doğru ulaşıyorsunuz.
*Eğer bu kadar yürümenin sorun olacağı bir durumunuz söz konusu ise Güney Kapısı turnikelerini geçtikten sonra hemen girişte golf arabası gibi araçlar göreceksiniz. Onlar sizi içeride yaklaşık 1 saat süren bir tura çıkarıyorlar, böyle bir seçeneğiniz olduğu da aklınızda bulunsun.
*Son olarak şayet bu civara arabayla geldiyseniz birkaç farklı birkaç farklı otopark var. Bunlardan herhangi biri için ücret ödediğinizde o ücret bir diğer için de geçerli oluyor. Dolayısıyla fişinizi kaybetmeyin ki diğer otoparklardan birine park etmek isterseniz tekrar ücret ödemeyin.
Pamukkale
Nasıl oldu da bu yaşımıza kadar Pamukkale gibi bir güzellik ile aynı ülkede yaşayıp da oraya hiç ayak basmadık bilmiyoruz ama, en azından sonunda gördük! Baştan söyleyelim, Pamukkale’ye gittiğinizde öyle travertenlerin her yerini kararmış bir halde bulmayacaksınız, çok şükür bir dönem bayağı kötü hale gelmelerine rağmen sonunda toparlamışlar ve özellikle bazı kısımları için önlem almışlar, hiçbir şekilde üstüne basamadığınız gibi her gün bakım yapılıyor.
*Pamukkale’ye giriş ücreti Hierapolis Antik Kenti ile birlikte 35 TL. Eğer Müze Kart kullanıyorsanız ücretsiz.
*Pamukkale’ye ulaşım için Denizli Otogarı’ndan Pamukkale dolmuşlarına binebilir ya da özel aracınızla ulaşabilirsiniz. Eğer Pamukkale’ye Hierapolis’in içinden geçerek giriş yapacaksanız arabanızı Güney Kapısı tarafında bırakıp turunuza oradan başlamak çok mantıklı. Bir şeyler yiyip içmek isterseniz de zaten bu tip tesisler Güney Kapısı civarında mevcut.
*Biliyorsunuz, şu anda her noktası o halde olmasa da Pamukkale bir ara ciddi anlamda tehlikeye girmiş, o bembeyaz travertenler ciddi anlamda kararmıştı. Bu sebeple şu an belli bir noktasının üzerine dolaşabiliyor ve ayakkabısız olacak şekilde yerlerine basabiliyorsunuz ama, o asıl bembeyaz olan kısmına kesinlikle basamıyorsunuz. Ayakkabısız kısmını bir kez daha vurgulamak isteriz, evet bildiğimiz ayakkabınızı çıkarıp gezmeniz gerekiyor. O yüzden yanınıza bir poşet falan almak bayağı mantıklı olabilir, sonra bi’de ayakkabı çaldırma sorunuyla uğraşmayın, poşetle elinizde taşır ya da çantanıza koyarsınız. Aksi takdirde ayakkabınızı sağa sola bırakmanız ya da o zorlu zeminde elinizde bir çift ayakkabı ile dolaşmanız gerekiyor.
*Travertenlerin üzerine yürüyebildiğiniz noktada bazı yerler bayağı kaygan oluyor, aman diyelim, dikkat edin, güzel fotoğraf çekeceğiz diye kafa göz dağıtan ve 3. sayfa haberi olan turistlerden olmanızı istemeyiz.
*Eğer güzel fotoğraflar yakalamak isterseniz Pamukkale ziyaretinizi günbatımı zamanına denk getirmek iyi bir fikir olabilir. Fakat bunu düşünen tek kişi siz olmayacağınız için ekstra kalabalıkla cebelleşmek zorunda kalabilirsiniz, o yüzden o güzel fotoğrafı gerçekten istiyor musunuz bir kez daha düşünün deriz.
*Hazır fotoğraftan konu açılmışken, eğer travertenlerin üzerinde yürümek gibi bir isteğiniz yoksa ve Pamukkale’ye gelmekteki temel sebebiniz fotoğraf çekmek ise travertenlerin en ucunda kalan seyir terasları kısmına gidin, en güzel fotoğraflar kesinlikle o taraftan çıkıyor.
*Hazır kalabalıktan bahsetmişken, bir kez daha söylememiz lazım, bakın burası sıcakta ve turistik dönemde ÇOK FENA OLUR. ÇOK. Bu gibi bir doğa güzelliğinin üstüne cinnet geçirme raddesine gelmenizi gerçekten hiç istemeyiz, eğer mümkünse buraya yazın gelmeyin, çok ciddiyiz.
Antik Havuz
Aslında Antik Havuz Hierapolis kapsamında yer alsa da buradan ayrıca bahsetmek istedik, çünkü bizce ilginç bir deneyim, gözden kaçırmanızı istemeyiz. Biz az daha “yok canım burası değildir” diyerek gözden kaçırıyorduk, çünkü Antik Havuz gibi bir yerin etrafının Bacanaklar 2 Aile Çay Bahçesi tadında olmasını beklemiyorduk. Hierapolis’i gezerken bir anda uzaklardan bir yerden “aya benzeeeer yüreğiiim” sesi yükselmeye başlayınca bi’ kendimizi şaştık, sonradan anladık ki Antik Havuz’un etrafında kurulmuş tesis burası için böyle müzikler uygun görmüş. Bir de plastik sandalyeler ve çirkin büfe görüntüsü ile etrafı iyice şenlendirmişler, gidipp “NEDEN BÖYLE YAPTINIZ BURAYI KLEOPATRA MEZARINDA TERS DÖNDÜ” diyecektik ama, yemedi.
Peki Antik Havuz derken neden bahsediyoruz? Aslında bu havuz M.Ö. 7. Yüzyılda (kaynaklar öyle diyor yani, biz orada değildik, görmedik….) yaşanan bir deprem sonucu kocaman bir çukur oluşması ve burada yer alan caddedeki sütunların havuzun içine doğru yıkılması ile oluşmuş. Zaten bu dönemde bile Hierapolis civarı adeta bir sağlık merkezi cenneti (old school spa diyebilir miyiz) durumunda olduğu için Antik Havuz da bu durumdan nasiplenmiş ve rivayete göre Kleopatra’nın bile cildini güzelleştirmek için gelip bu havuza girdiği söyleniyor. Biz gece yatmadan makyajımızı çıkarmaya bile üşenirken Kleopatra kalkıp buraya gelecek kadar güzellikle kafayı bozmuş mudur bilemiyoruz ama, şayet siz Hierapolis’e kadar gidecek olursanız bizce mutlaka böyle bir deneyimi yaşayın, çünkü böyle sütunların arasında, üstüne bir de cilde iyi gelen bir suda yüzmek bayağı ilginç bir deneyim! Tam bir “abi bu başka ülkede olsa nasıl güzel pazarlarlar” turistik aktivitesi diyebiliriz.
*Antik Havuz’a şöyle bir girip bakacaksanız, ne bilelim yalnızca fotoğraf çekecekseniz falan giriş ücretsiz. Ancak yüzmek gibi bir niyetiniz varsa ek ücret ödemeniz gerekiyor (35 TL), zaten girerken ayrı bir bilet bölümü ile karşılaşacaksınız.
*Antik Havuz’un suyu yaz kış fark etmeksizin 36 dereceye sabitlenmiş durumda. Bu sebeple yılın hangi döneminde giderseniz gidin Antik Havuz’a girebilirsiniz, böyle bir niyetiniz varsa yanınızda mayo götürmeyi unutmayın.
Ağlayan Kaya
Doğal güzellikler yetmedi ise bir tane daha verelim abimize, ayağınız alışsın……… Bakmayın adının Ağlayan Kaya olduğuna, aslında 30 metre yükseklikten dökülen bir şelaleden bahsediyoruz. Bizim gittiğimiz mevsim ile mi alakalıydı bilmiyoruz ama, öyle güldür güldür akan bir şelale de değil, fakat görsel olarak gerçekten güzel, o yüzden yakınlardaysanız gidip şöyle bi’ göz atabilirsiniz. Zaten burayı görmek için bir tesisin içine girmeniz gerekiyor, dolayısıyla belki buralarda oturup bir yemek molası vermişken (alabalık yemek adetten) aynı zamanda şelaleyi de görerek iki işi bir arada halledebilirsiniz. Eğer sezon dışı bir dönemde ve özellikle haftaiçi gidecek olursanız buradaki restoranımsı yer açık olmuyor, ancak yine de içeri girip şelaleyi görebilirsiniz, sorun yok. Zaten muhtemelen restoranın kalabalık olduğu dönemlerde burası “ANNEEEAEA BİTTTİİİİİ” diye bağıran çocuklar ve mangalsever aileler ile dolup taşıyordur, tam öyle bir ortam potansiyeli taşıyor, o yüzden sezon dışı dönemde gitmek bizce daha iyi.
*Burayı bulamamak gibi bir problem yaşarsanız direkt “Hocanın Yeri” diye aratın, o şekilde doğru yere ulaşacaksınız.
*Açıkçası adının neden Ağlayan Kaya olduğunu anlayamadık, çünkü ağlayan bir kayaya falan benzetemedik. İnternette bu konuyu biraz araştırınca karşımıza şöyle bir açıklama çıktı: “Bu şelalenin adının Ağlayan Kaya olmasının sebebi, şelalenin ağlayan bir kayaya benzemesidir”…………………..Özetle adını sorgulamayı bırakın deriz.
*Hierapolis’in Güney Kapısı (taktık bu kapıya ya sdfsd) tarafından Ağlayan Kaya’ya doğru bir rota çizmeniz konusunda ısrarcıyız, çünkü bu yol boyunca pek güzel doğa manzaraları ile karşılaşıyorsunuz, ortalık bayağı Jurassic Park terk bir hal alıyor. Balonlar (evet sadece Kapadokya’da balon yok) ve yamaç paraşütü yapan kişiler de manzaraya dahil olunca harika görüntüler ortaya çıkıyor, aklınızda bulunsun.
404 kırmızı su not found
Karahayıt’ta karşınıza nasıl bir ortam çıkacağını sanatsal kaygılar eşliğinde bu fotoğrafta özetlemek istedik.
Karahayıt
Sevgili Denizlililer, burayı okursanız bize kızmayın, çünkü şehrinizin her yerinde sevecek bir şeyler bulduk da bu Karahayıt meselesini vallahi anlayamadık. Gerçi bazılarınız “kızlar ne işiniz var orada” reaksiyonu da gösterdi ama, yine de şöyle bi’ bahsetmeden geçmek istemediğimiz için merakımızdan uğradık.
Karahayıt aslında kaplıcaları ile ünlü ve insanlar burayı çoğunlukla bu sebepten ziyaret ediyor. Ancak bizim Karahayıt’ı merak etmemizin sebebi Denizli & Pamukkale gezisi öncesi araştırmaya giriştiğimizde “KIRMIZI TRAVERTENLER WOWW” şeklinde yorumlar görünce oha dedik, ne demek kırmızı traverten, hemen görmeliyiz! Ama hiç boşuna heves etmeyin, kırmızı travertenlerle falan karşılaşmadığımız gibi, basılmaması gereken yerlere ayakkabısıyla basıp kendini suların içine atan asi amcalarla dolu bir ortama düştük falan. Özetle kaplıcalar sebebiyle değil, şu kırmızı su / kırmızı traverten meselesi için Karahayıt’a gitmeye heves ettiyseniz o planı iptal etmenizi önereceğiz, tahmin ettiğiniz gibi bir yer çıkmayacak.
Saadettin Teksoy’un gittiği O MAĞARAYI BULDUK
Keloğlan Mağarası
Saçım benim saçım benim, dökülüyor saçım benim, girdim Keloğlan Mağarası’na, gür çıkar saçım benim………” Saadettin Teksoy’un bu güzide eserini hatırladınız mı? (bkz şu) İşte burası o mağara. Evet, yanlış duymadınız, OitheBlog ekibi sizler için araştırdı, gezdi, dolaştı ve O MAĞARAYI BULDU……… Doğruyu söylemek gerekirse özellikle bu mağarayı görmek için yol gitmenize gerek var mı biz de tam karar veremedik, ancak özellikle Denizli’den güneye doğru inmek gibi bir planınız varsa yolunuz üzerinde olduğu için uğrayabilirsiniz. İçeriyi biraz taverna gibi ışıklandırmışlar falan ama, o kısımları görmezden geliniz, genel olarak içerisi sarkıtlarla dolu olduğu için oldukça ilginç görünüyor ve mağaranın bulunduğu konumdan oldukça güzel bir manzara söz konusu, onu da kaçırmayın.
Buraya ulaşabilmek için Denizli Antalya karayolunu takip edip Acıpayam tarafına doğru ulaşmanız gerekiyor. Sonrasında Keloğlan Mağarası’nın tabelaları karşınıza çıkmaya başlayacak zaten, onları takip edersiniz.
Denizli Teleferik
Denizli’ye şöyle bir tepeden bakmak isterseniz sizi durduracak değiliz, o yüzden Denizli Teleferik’i de Denizli & Pamukkale gezisi listemize aldık gitti. Pek merkezi olmayan ancak gerek toplu taşıma gerek özel araç ile hop diye ulaşım sağlayabileceğiniz Bağbaşı Kent Ormanı’nda yer alan teleferik 8 kişilik kabinlerden oluşuyor ve 6 TL gibi bir ücret karşılığı sizi tepelere bir yere çıkarıyor. Kış döneminde teleferik çalışıyor mu ya da hava koşullarına göre mi belirleniyor bilmiyoruz ama, şöyle karlı bir manzara denk gelseniz pek de güzel olur aslında.
*Teleferiğe nasıl ulaşacağınıza dair şurada detaylı bir anlatım mevcut, araçla gitmeyecekseniz işe yarayabilir.
*Gidemediklerimiz ve İçimizde Kalanlar: Bize pek de yeterli gelmeyen 1,5 günlük Denizli & Pamukkale Gezisi kapsamında zamanımız yetmediği için gezemediğimiz ve aklımızda kalan birkaç yeri de buraya yazmadan geçmek istemiyoruz, belki sizin zamanınız yeter ve uğrarsınız: Laodikeia Antik Kenti, Tripolis Antik Kenti ve Güney Şelalesi.
Bunun kahvaltının çeyreği bile olmadığını söylesek?
*Altıneller Gurme
Şimdi hayatınız boyunca yaptığınız en büyük kahvaltıyı hatırlayın. Böyle pantolon düğmesi açtıran, “abi ben ne yaptım önce inş bi gören olmamıştır” dediğiniz, bu yeme serüvenimden kimseye söz etmemeliyim dedirten kahvaltınızı. İşte şimdi o anınızı alıp çöpe mi atarsınız, Eternal Sunshine lölöl (filmin adı 2 paragraf sürüyor ya) adlı filmdeki gibi hafızanızdan mı sildirirsiniz artık ne yaparsınız bilmiyoruz, yollayın onu bi’, gönderin gitsin. Çünkü hayatınızda oturacağınız en büyük kahvaltı sofrasına burada oturacaksınız arkadaşlar. Hani düşünebildiğiniz en büyük kahvaltı sofrasını alın, onu 8’le çarpın, öyle bir sofradan bahsediyoruz. İşte Altıneller Gurme öyle bir yer. Bizce 2 gün önceden falan yemek yemeyi öyle bitirin ve giderken Guiness Rekorlar Kitabı yetkililerini de arayın, onlar da sizinle birlikte gelsin, olur da bitirebilirseniz en azından kitaba da girmiş olursunuz. Biz bitiremedik, bitirmenin yanından bile geçemedik, yalan yok..
-Aklınızda bulunsun, kahvaltıya ödediğiniz ücret dahilinde biten şeyler için ekleme yapabilme hakkınız da var ve çay sınırsız.
*Hacı Şerif
Biz Denizli’deyken de tabii ki Instagram’da sürekli sizinle iletişim halindeydik ve bu süreçte resmen bir HACI ŞERİF FIRTINASI esti arkadaşlar. Hani Hacı Şerif’e gidip o dondurmalı irmiği yemesek sanki dönüşte öfkeli bir grup havaalanında bizi sopalarla karşılayıp zorla dondurmalı irmik yedirecekti, resmen bir noktada korkumuzdan gittik, o derece. Şaka bir yana, Hacı Şerif tam bir Denizli klasiği olduğu için zaten uğramamak olmazdı, o yüzden siz de uğrayacaksınız, yoksa bu sefer biz sizi sopalarla bekleyeceğiz…….. (şakayı bir yana bırakamıyorlardı)
Hacı Şerif’te seçenek bol, ancak en sevilen yanı kesinlikle dondurmalı irmiği. Bize biraz irmikli dondurma şeklinde, aşırı dondurmalı bir tatlı verdiler, irmiğe hasret kaldık, ama olsun, güzel miydi, güzeldi! Eğer özellikle irmiği bol istiyorsanız bunu ifade etmenizde fayda var, haberiniz olsun.
*Eğer mekanın önündeki bornozlu horoz heykeli duruyorsa (hayatımda hiç bu cümleyi kuracağımı düşünmemiştim) onu görmeden geçmeyin, ömrünüzün geri kalanında bunu bir daha rüyalarınız dahil herhangi bir yerde görebileceğinizi sanmıyoruz.
*Garson Şükrü
Denizli’de akşam n’apıyorsunuz? Hayır yahu pavyon falan yok, çıkarın onu aklınızdan. Bizce Garson Şükrü’ye rakıya gidiyorsunuz. Burası birçok Denizlili dostun en sevdiği mekanlardan biri çıkınca biz bir akşamımızı orada geçirdik ve oldukça mutlu mesut ayrıldık. Aynı mutluluk seviyesini yakalamak isterseniz mutlaka denemenizi önerdiğimiz birkaç şeyi de buraya bırakalım: Yanık yoğurt, Nuriş (patlıcan sevenler delirecek), paçanga böreği ve meze olan kuşkonmazı (biraz turşu gibi bir tadı var) çoook iyi! Bu arada mekan bayağı kalabalıktı, şansa yer bulduk resmen, gidecek olursanız rezerasyon yaptırmak iyi bir fikir olabilir.
-Sigara içen arkadaşlar, mekanın hiçbir noktasında sigara içilmiyor, haberiniz olsun.
*Acoustique Barista (Güncelleme: Burası kapanmış galiba)
Bulduk, yine yeni yeniden bulduk, Denizli’de de 3. dalga kahveci bulduk. 1 km içindeki kahvecilerin yerini tespit edebilme yeteneğine sahip Y jenerasyonu radarımız ile onu da başardık. Burası Altıntop Mahallesi’nde küçük, tatlı bir mekan. Ama Denizli’de kahve ihtiyacınızı gidermek için birebir. Üstelik hem çalışanları çok sempatik ve güleryüzlü (en azından biz oradayken olan kişi öyleydi) hem de mekanda çalan müzikler çok iyi, insanın resmen modu yükseliyor. İnternette doğru düzgün çıkmadığı için adresini de şöyle bırakalım: Altıntop Mahallesi, 834. Sokak, No: 15C
Denizli Kebabı yemeden dönmüyoruz di mi?
*Denizli Kebabı Meselesi ve Kebapçı Enver
Tamamen bizim ayıbımız, ama Denizli & Pamukkale gezisi için yollara düşene kadar Denizli Kebabı diye bir şey olduğundan haberdar değildik desek? Ama şimdi haberdar olmakla birlikte yetmezmiş gibi fanı da olduk, artık ortamlarda kebap konusu açıldı mı Denizli Kebabı’nı da masaya yatıracak, bilmeyenleri esefle kınayacağız. Fakat şöyle ki, Denizli Kebabı’nı Denizli’de en iyi kimin yaptığı konusunda çeşitli söylentiler var. En çok karşımıza çıkan isimler Kebapçı Enver, Kebapçı Baki, Muhtar’ın Yeri ve Kocabaylar. Hangisi en iyidir emin olmamakla birlikte bize en çok önerilen ve hakkında en çok övgü duyduğumuz yer Kebapçı Enver olduğu için biz hakkımızı Enver’den yana kullandık.
Denizli Kebabı’nı yemeden önce bilmeniz gereken bir takım konular var. (1. Denizli Kebabı yediğinizden kimseye bahsetmeyin gibi bir Fight Club esprisi hak ettiniz) Bir kere Denizli Kebabı elle yeniyor. Ama öyle tercihen değil. Mesela bizim gibi Kebapçı Enver’e gittiniz, önünüze çatal matal koymuyorlar canım kardeşim. Elle giriyorsunuz, lavaşla destekliyorsunuz falan. Sonra mekanın içinde bulunan (evet bildiğimiz içinde, ayrıca tuvalette değil yani) lavaboda yıkarsınız elinizi. İkincisi, yanında soğandı, domatesti, biberdi, bir takım şeyler geliyor, kebabınızı onlarla beraber götürüyorsunuz, bunlar niye geldi şimdi diye şaşırmayın, olayı o.
Neticede Enver’in kebabını beğendik mi? ÇOK. Diğerlerinde yesek de beğenir miydik? Muhtemel. Ama bir şansınız varsa Enver’den yana kullanabilirsiniz bizce. Son olarak kebabın biraz fiyatlıca olduğunu da ekleyelim, sonra gidince şok olmayın.
*Denizli’nin meşhur Zafer Gazozu Enver’de mevcuttu, hazır bulmuşken bir tane yapıştırıverin.
*Eat’ N Joy
Eat’ N Joy hakkında hiçbir araştırma yapmadan şuraya yazmış olsaydık burayı bayağı modern meyhane konseptli, rakıya gitmelik bir yer olarak anlatırdık. Çünkü bizim gittiğimiz akşam bir takım fasıl müzikleri eşliğinde, herkesin meze tükettiği, rakı konseptli bir akşam yaşanıyordu. Ancak şöyle bi’ internetin derinliklerine sızıp sitesini falan da kurcalayınca fark ettik ki mekanın tek olayı bu değil. Kahvaltısı da seviliyor, farklı konseptte geceleri de oluyor, dünya mutfağından lezzetlerde sunuyor, kokteyl menüleri de var. Var da var yani. Lezzet olarak büyüleyici bir tarafı olmamakla birlikte bizce özellikle ortam ve görsel olarak Denizli’de gidebileceğiniz en hoş mekanlardan biriydi, güzel seçenek.
*Eat’n Joy civarında Jimmy Joker, Route, MySoho gibi çeşit çeşit mekan var, herhangi birini değerlendirebilirsiniz, buralar genel olarak bayağı hareketli oluyor.
Route Denizli
*Route
Route’tan yukarıda şöyle bir söz etmiş olduk ama, ayrı bir başlığı hak ediyor diye düşünüyoruz, çünkü bizce akşam içkisi için ya da etkinlik/konser için Denizli’de gidilebilecek en başarılı mekan burasıydı. Birkaç kokteyl denemiş bulunduk, onlar da gayet iyiydi. Ayrıca o gece konser olduğu için ekstra hareketliydi ve genel olarak eğlenceli bir ortamı vardı. Umarız gittiğinizde etrafındaki yol çalışması da bitmiş olur, zira adeta sarhoşlar için bir denge testi gibi falandı, onun dışında gayet güzel mekan, Denizlili olsak muhtemelen müdavime dönüşürdük.